Allah kötü sözün açığa vurulmasını sevmez; ancak haksızlığa uğrayan başka. Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir
İşte, birincisi, hemze ile der: Âyâ, sual ve cevap mahâlli olan aklınız yok mu ki, bu derece çirkin bir şeyi anlamıyor?
İkincisi: يُحِبُّ lâfzıyla der: Âyâ, sevmek ve nefret etmek mahâlli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur bir işi sever?
Üçüncüsü: اَحَدُكُمْ kelimesiyle der: Cemaatten hayatını alan hayat-ı içtimaiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder?
Dördüncüsü: اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ kelâmıyla der: İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına arkadaşınızı dişle parçalamayı yapıyorsunuz?
Beşincisi: اَخِيهِ kelimesiyle der: Hiç rikkat-i cinsiyeniz, hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı mânevîsini insafsızca dişliyorsunuz?
Ve hiç aklınız yok mu ki, kendi âzânızı kendi dişinizle divane gibi ısırıyorsunuz?
Altıncısı: مَيْتًا kelâmıyla der: Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir hâlde bir kardeşinize karşı, etini yemek gibi en müstekreh bir işi yapıyorsunuz?
Demek, şu âyetin ifadesiyle ve kelimelerin ayrı ayrı delâletiyle, zem ve gıybet, aklen ve kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fıtraten ve milliyeten mezmumdur(kınanmış).
وَ اُكَبِّرُ نَفْسِى عَنْ جَزَاءٍ بِغِيْبَةٍ – فَكُلُّ اِغْتِيَابٍ جَهْدُ مَنْ لاَ لَهُ جَهْدٌ
Yani, “Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünkü gıybet, zayıf ve zelil ve aşağıların silâhıdır.”
Gıybet odur ki, gıybet edilen adam hazır olsaydı ve işitseydi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zaten gıybettir. Eğer yalan dese, hem gıybet, hem iftiradır; iki katlı çirkin bir günahtır.
Gıybet, mahsus birkaç maddede caiz olabilir:
Birisi: Şekvâ suretinde bir vazifedar adama der, tâ yardım edip o münkeri, o kabahati ondan izale etsin ve hakkını ondan alsın.
Birisi de: Bir adam onunla teşrik-i mesai etmek ister, seninle meşveret eder. Sen de, sırf maslahat için, garazsız olarak, meşveretin hakkını edâ etmek için desen: “Onunla teşrik-i mesai etme. Çünkü zarar göreceksin.”
Birisi de: Maksadı tahkir ve teşhir değil, belki maksadı tarif ve tanıttırmak için dese: “O topal ve serseri adam filân yere gitti.”
Birisi de: O gıybet edilen adam fâsık-ı mütecahirdir. Yani fenalıktan sıkılmıyor, belki işlediği seyyiatla iftihar ediyor, zulmüyle telezzüz ediyor, sıkılmayarak âşikâre bir surette işliyor.
İşte bu mahsus maddelerde, garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet caiz olabilir.
Yoksa gıybet, nasıl ateş odunu yer, bitirir; gıybet dahi a’mâl-i salihayı yer, bitirir.
Eğer gıybet etti veyahut isteyerek dinledi; o vakit اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لَناَ وَلِمَنِ اغْتَبْنَاهُ demeli, sonra gıybet edilen adama ne vakit rast gelse, “Beni helâl et” demeli.
Dipnot Kaynaklar: Lemalar (25. Lema), Sözler (23. söz)
Bu şefkat dolu tasvirin, insanları anne babalarına teşekküre yönelttiği oldukça açıktır.
” Sizin en hayırlınız, Kuran-ı öğrenen ve öğretendir.” islami sohbet
Kim Allah’ın kitabı Kuran’dan bir harf okursa onun için bir sevap vardır. Her sevabın karşılığı da on kat verilecektir.”
Bir Müslüman Allah’ın kitabı Kuran’dan bir ayet dinlerse, ona kat, kat sevap vardır. Kim de Allah’ın kitabından bir ayet okursa kıyamet gününde kendisine nur olur.
Peygamberimiz (s,a,v) Efendimiz Ebu Zere şöyle dedi: “Sabahleyin evden çıkıp Allahı’n kitabı Kurandan bir ayet öğrenmen, senin için 100 rekat (nafile) namazından daha hayırlıdır.Kuran-ı okur ve onu ezberlerse helalini helal bilir, haramını da haram sayarsa, bu sayede Allah onu
cennete koyar ve akrabasından hepsi de cehennemlik olan 10 kişiye kendisini şefaatçı kılar.(2)
Peygamberimiz (s.a.s) Efendimiz Ebu Zere şöyle dedi: “Sabahleyin evden çıkıp Allahın kitabı Kurandan bir ayet öğrenmen, senin için 100 rekat (nafile) namazından daha hayırlıdır.
Kuran okuyunuz. Çünkü o, kıyamet günü okuyanlara şefaat edecektir.
Hepimiz , Kuran’ı Kerim’in Allah’ın sözü olduğunu bilmeliyiz.
ve Tecvit kurallarına uygun olarak Kuran-ı yanlışsız okumalıyız. Kuran-ı Kerim’i abdestli olarak eline alıp “Eüzu-besmele” ile okumaya başlamalıdır.
Kuran-ı okurken mümkünse kıbleye karşı dönmeliyiz ve son derece edepli, saygılı olmalıyız ve anlamını öğrenmeye çalışmalıyız.
Kuran’ı Kerim temiz yerlerde okunmalı başka işlerle meşgul olan Kuran’ı dinlemeyen kimselerin yanında ve
pis yerlerde okunmamalıdır.
başkasının okuduğu Kur’an-ı Kerimi saygı ile dinlemelidir. Kur’an-ı Kerim’i yüksek ve temiz yerlerde bulundurmalıyız, alçak yerlere koymamalıyız.
Kur’an-ı Kerimin yap dediklerini yapmalı, yapma dediklerinden sakınmalı, Kur’an ahlak ülkelerine uygun hareket etmelidir.
“Kim Kuran’ı okur ve onu ezberlerse helalini helal bilir haramını da haram sayarsa bu sayede Allah onu
cennete koyar ve akrabasından hepsi de cehennemlik olan 10 kişiye kendisini şeffatçı kılar.” (2)
Peygamberimiz (s.a.s) Efendimiz Ebu Zere şöyle dedi: Sabahleyin evden çıkıp Allahın kitabı Kurandan bir ayet öğrenmen, senin için 100 rekat (nafile) namazından daha hayırlıdır.
Kuran Okumanın Fazileti Hakkında Peygamberimizin (sav) Mubarek sözleri
İslami sohbet platformu olarak olarak Kuran Okumanın Fazileti Hakkında Peygamberimizin (sav) Mubarek sözleri adlı makalenin sonuna geldik başka bir buluşmak dileğimle.
yazan;Ennur
Peygamberlerin, peygamber olduklarını ispat etmek için Allah’ın yardımı ile gösterdikleri olağanüstü olaylardır islami sohbetçi
Mucizeler, Peygamberliğin birer belgesidir.
Peygamberlik davasına uygun olarak meydana gelir.
Diğer insanlar, böyle olağanüstü olayları yapamaz, mucize gösteremez, çünkü buna güçleri yetmez.
Mucize göstermek peygamberlere mahsustur. Allah’ın izni ve kudreti ile meydana gelir.
Bütün peygamberler, peygamber olduklarının birer ilahi belgesi olarak mucize göstermişler, kendilerine inanmayanları aciz bırakarak susturmuşlardır.
Keramet: Allah’ın yardımı ile veli kuralları tarafından meydana getirilen olağanüstü olaylardır. Böyle olağanüstü olaylar, Allah’ın veli kulları için birer keramet, tabi oldukları peygamber için birer mucize sayılır.
Mucize: Allah’ın peygamberlik iddiasında bulunan bir zatın elinde onun peygamberlik iddiasını doğrulayan tasdik eden harikulade olayı yaratmasıdır.
Mucizenin benzeri getirelemez. Keramet; ikram etmek, ihsan etmek şereflendirmek manasındadır. Tasavvufta salih bir kulun elinde görülen harikulade olaydır.
İslami sohbet platformu olarak olarak Mucize Ve Keramet Ne Demektir Mucize sonuna geldik başka bir buluşmak dileğimle.
yazan; Ennur
Bilindiği gibi millet adı verilen büyük topluluk, ailelerin bir araya gelmesinden dolayı sonucu oluşur. Aileler de fertler den meydana gelir. islami sohbet
O halde bir milletin güçlü olması, mutluluk içinde yaşaması ailelerin sağlam bir yapıya sahip olmasına bağlıdır. Ailenin sağlam ve huzurlu olması ise, Aile içinde yer alan fertlerin üzerlerine düşen ahlakı görevleri yerine getirmeleri mümkündür.
Bu sebeple herşey den önce toplumu meydana getiren fertlerin iyi ahlaklı olmaları büyük bir önem taşımaktadır. çürük tahtalar dan sağlam bir gemi yapılacağı gibi iyi ahlak sahibi olmuyan, sorumluluk duygusu taşınmayan fertlerden de güçlü ve sağlam bir toplum gelemez.
Ahlak Değişir Mi?
Çocuk dünyaya tertemiz olarak gelir.
Eğer annemiz ve babamız tarafından iyi terbiye edilirsek, güzel huylarla süslenirsek iyi ahlaklı olarak yetişiriz.
Şayet iyi terbiye edilmez, ruhunu kötü huylar bir kara leke gibi kaplarsa ondan güzel ahlak ve iyi bir terbiye beklenmez.
Nasıl ki, bedenimizi rahatsız eden rahatsızlıklar ilaçla tedavi edilirse ruhumuzda çirkin huyların atılarak yerlerine iyi huyların yerleştirilmesi ile tedavi edilebilir sevgili Peygamberimiz (sav) Ahlakımızı güzelleştirmeliyiz. (10)
buyurarak kötü ahlakın düzelebileceğini belirtmiştir.
Kendisinden bulaşıcı hastalık olan bir hasta oturup kalkan bir adam aynı hastalığa yakalanabiliriz.
Kötü ahlaklı insanlarla arkadaşlık edersek, onların davranışlarından etkilenir ve zamanla iyi huylarını kaybederek kötü ahlaklı olabiliriz..
Bu sebeble iyi ahlak sahibi olmak ve bunu devam ettirebilmek için iyi bir ahlak eğitimi görmek yanında bilgili ve iyi ahlaklı insanlarla arkadaşlık kurmak, kötülerle düşüp kalkmaktan sakınmak lazımdır.
Sevgili peygamberimiz
iyi kimselerle arkadaşlık etmeyi, güzel kokular satılan bir dükkanda oturmaya benzetmiştir.
Dükkan sahibi o kimseye bir şey etmese bile oranın güzel kokularından faydalanır.
Kötü kimseler ile arkadaşlık etmeyi ise demirci dükkanında oturmaya benzetmiştir.
işte bunun gibi iyi kimselerle arkadaşlık edenlere iyilerin güzel ahlakı tesir eder.
oda iyi huylu olur kötü ahlaklı insanlarla arkadaşlık yapanlarda onların kötü davranışları tesir eder.
Ve zamanla o kişinin iyi huyları azalır ve kötü ahlaklı olur.
Bize düşen görev arkadaş seçiminde dikkatli olmak iyi ve bilgili kişilerle dost olmak,
onların söz ve sohbetlerinden yararlanmalıyız, kötü insanlardan uzak durmalıyız.
Ancak kötü davranışlardan kurtarmak amacı ile insanlara yaklaşmalı. Ve iyi ahlak sahibi olanlarına yardımcı olmalıyız.
İslami sohbet platformu olarak olarak, Fertler İçin Ahlakın Önemi Ahlak Değişir Mi? sonuna geldik başka bir konuda buluşmak dileğimle.
Yazan:Ennur
Bugün ”pazar herkes yatıyordur.” diye bir düşünce var, islami sohbet
Ama bence mü’min gönüller secdededir. Onların pazarı değil, Allah’ı var, Zikri var, duaları var.
Beni yaşarken kendine öndür,
Gafletimi namazda ile aşka büründür.
”Abdest” makyajın,
”Namaz” masajın,
”Zikir” motivatisyonum,
”Dua” dilekçem olsun,
Sabah namazı ”inşirah” tır.
Kendisi ”dört” rekattır,
Secdesi bindir ”ilaç” tır,
Kalbimize en güzel ”ilaç”tır.
Sevdiklerinizle birlikte; Huzurlu Sımsıcak, günler dilerim.
İslami sohbet platformu olarak olarak,Bugün pazar diye bir düşünce Var. sonuna geldik başka bir buluşmak dileğimle.
yazan;Ennur
Bir Allah dostu nefsi kötü vasıflarını şu şekilde vasıflandırmıştır ;
“Gaflete dalan, hayatı tatlı gören, ahireti unutan,Fahre meftun, şöhrete müptela , methe düşkün, hodbinlikte bihemta ve sersem ve namazdan hoşlanmayan. Bu vasıflara sahip olan nefis, imtihan gereği insanı şerre sevk ederek, kötülüğü emrederek emmare olduğunu göstermektedir. Emmare bir nefis kötülüğe aşık, harama düşkün, sefahate hayran, sarhoş; hep pislerden ve pisliklerden hoşlanan zavallı, hayırlı işlerde tembel ve ürkek, şerde cesur ve atılgan bir mizaca sahiptir. Şeytandan her vakit böyle ders alan nefis insanı hayırdan alıkoymak ve şerre sevk etmek için bir nevi vesvese ve telkinatlar yapmaktadır.
Lao Tzu’dan atı kaybolan yaşlı adam ve köylülerin öyküsünü aktaracağım bugün size. Dr. Wayne Dyer’in bir kitabında okuduğum günden beri unutmadığım bir ders içeriyor.
Üç bin yıl önce yaşamış Çinli düşünür Lao Tzu’dan aktarılan, hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında acele karar vermekten kaçınmamız gerektiğini anlatan kısa ve etkileyici bir öykü. Atı kaybolan yaşlı adam ve köylüler.
Hayli basit, fakat insanın dar görüşlülük problemini hatırlatması bakımından o denli çarpıcı bir hikâye. Koca bir gerçeği bu kadar iyi anlatan başka bir öyküye rastlamadım. Çoğu kişinin zaman zaman yeri geldiğinde anlatmak istediği bir öykü, ancak bu kadar mükemmel anlatması zor.
İşte Lao Tzu’nun o meşhur, atı kaybolan yaşlı adam ve köylülerin hikâyesi.
Atı Kaybolan Yaşlı Adam ve Köylüler
Köyün birinde yaşlı bir adam yaşarmış. Çok fakirmiş, fakat öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki bu adamın, kral bile onu kıskanırmış. Birçok defa kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.
“Bu at, bir at değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı?” dermiş hep.
Bir sabah at ortadan kaybolur
Derken köyde bir sabah kalkmışlar ki, at yok.
Köylü, ihtiyarın başına toplanmış.
“Seni ihtiyar bunak. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Bu fakirlikte böyle değerli bir şeyi nasıl koruyabilirsin? Krala satsaydın, istediğin kadar paran olurdu ve ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler.
İhtiyar “Bir karara varmak için acele etmeyin” demiş. Sadece ‘At kayıp’ deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yargınız ve sizin yorumunuz. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.”
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.
At bir gece ansızın döner
Ama aradan çok gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, kendi başına dağlara gitmiş. Dönerken de, vadideki bir düzine yabani atı peşine takıp getirmiş.
Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler.
“Babalık” demişler, “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değilmiş, şimdi bir sürü atın oldu; adeta başına devlet kuşu kondu.”
“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin ama yargılamayın! Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç, tüm bildiğimiz yaşamın yalnızca bir kesiti. Yaşam bir kitap gibidir. Bir kitabın ilk cümlesinin ilk kelimesini okur okumaz o kitabı nasıl anlayabilir, tamamı hakkında yargıya varıp fikir yürütebilirsiniz?”
Köylüler bu defa ihtiyarla açıktan dalga geçmemişler ama içlerinden “Bu herif sahiden gerzek” diye geçirmişler.
İhtiyarın oğlu attan düşer
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatağa hapsolmuş.
Köylüler gene gelmişler ihtiyara.
“Bir kez daha haklı çıktın” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler.
İhtiyar “Siz yargılama hastalığına tutulmuşsunuz, hep erken karar veriyorsunuz” diye cevap vermiş. “O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin yargınız ve yorumunuz. Ama acaba ne kadar doğru! Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez. Fakat siz her şey yaşanmış gibi sonuç çıkarıyorsunuz!”
Gençleri askere alırlar
Derken birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile ülkeye saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler.
“Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.”
“Siz erken karar vermekten kurtulamıyorsunuz. Daima yargılıyor ve sonuç çıkarıyorsunuz” demiş, ihtiyar.
“Oysa ne olacağını kimse bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu Allah bilir.”
Öyküden çıkan ders
Lao Tzu, etrafına anlattığında öyküsünü şu nasihatle tamamlarmış:
Yargılamayın ve acele karar vermeyin! O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Yaşamın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında yorum yapmaktan ve sonuç çıkarmaktan kaçının! Yargılama aklın durması halidir. Yargılayıp kararınızı verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısıyla gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karar vermeye ve bir sonuca varmaya zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Yargılamak, bir son nokta koymaktır. Oysa seyir asla sona ermez; bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, bir diğeri açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.
Uzun sözün kısası: Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının!
Lao Tzu hakkında
Lao Tzu (Lao Çu diye okunur), aslında Çince “Yaşlı Bilge” anlamına gelen iki sözcük. Ne zaman yaşadığı konusunda kesin bir tarih olmayan Lao Tzu, günümüzde Taoizmin kurucusu olarak kabul ediliyor.
Lao Tzu ile ilgili ilk bilgiler M.Ö. 100’lü yıllarda bir Çin tarihçisi tarfından yazılmış bir eserde bulunuyor. Bu eserde, Lao Tzu adında (farklı adları da var) bilge birinin Çin’in Honan eyaletinde doğduğu yazar. Çin tarihinde en uzun ömürlü Hanedan olarak bilinen Cheou (Çu) hanedanı (M.Ö. 1028- M.S. 256) döneminde, saray arşivcisi olarak görev yapmıştır.
M.Ö. 650-350 yılları arasında, sözlü olarak nakledilen öğretilerin zaman içinde yazıya aktarılmasıyla oluşmuş Tao Te Ching adlı eserin Lao Tzu’ya ait olduğuna inanılır. Ancak eserle ilgili olarak yapılan araştırmalar, eserin birden fazla yazarının bulunduğunu ve metne zaman içinde ilaveler ve düzeltmeler yapıldığını ortaya koymuştur.
Yeni yazılarda buluşmak üzere selam ve dua ile..