Bugün Pazar Diye Bir Düşünce Var

Bugün ”pazar diye bir düşünce Var

Bugün ”pazar herkes yatıyordur.”  diye bir düşünce var,     islami sohbet 

Ama bence mü’min gönüller secdededir. Onların pazarı değil, Allah’ı var,  Zikri var, duaları var.

Allahım!

Beni yaşarken kendine öndür,

Gafletimi  namazda  ile aşka büründür.

”Abdest” makyajın,

”Namaz” masajın,

”Zikir”  motivatisyonum,

”Dua” dilekçem olsun,

Sabah namazı ”inşirah” tır.

Kendisi ”dört” rekattır,

Secdesi bindir ”ilaç” tır,

Kalbimize en güzel ”ilaç”tır.

Sevdiklerinizle birlikte; Huzurlu Sımsıcak, günler dilerim.

İslami sohbet platformu olarak olarak,Bugün  pazar diye bir düşünce Var. sonuna geldik başka bir  buluşmak dileğimle.

yazan;Ennur

Selam ve Dua iLe

NEFİS NEDİR? / NEFSLE MÜCADELE

Selamun Aleykum,

Bugünkü konum”Nefs nedir?, Nefsle nasıl mücadele edilir? bunun mülahazasını yapacağız.

 

islamisohbetçi

İnsanda bir çok emanetler lütfedilmiştir. Bu latifeler göz, kulak,akil,kalp,ruh .Nefis ve heva ve kuvve-i sehaviye (ihtiyaçlar)ve kuvve-i gadabiye (kötülüklerden koruma amaçlı) gibi şeylerdir.

Nefis insana kendini tanıyabilmesi ve kendini tanıyarak Rabb’ini bilmek için verilmiştir. İnsanın nefsindeki acziyeti görmesi onu Allah’ın izzetini idrake götürür.
Elbise biçilmiş, dikilmiş olursa terzinin mahareti görünebilir mi?…
Hasta ve arık kişi olmazsa tıp sanatının güzelliği nasıl görünür? Ey ulu kişi!
Bakırların bayağılığı, aşağılığı olmasa kimya nasıl olur da zuhur eder?
Noksanlar, kemal vasfının aynasıdır. O horluk, yücelik ve ululuğa aynadır.
Çünkü yakinen zıt, zıddı gösterir. Zıtlık bilinmektir. Kim, kendi noksanını görüp anlarsa
yedeğinde dokuz at olduğu halde tekemmül yolunda koşar. Kendisini kamil
sanan, ululuk sahibi Allah’ın yolunda uçamaz.
Noksanlıklar,
kemalatın aynası olmaktadır. Buna göre bir insanın kendisindeki
noksanlıkları görebilmesi, Rabbi’nin mükemmelliğini görmesine imkan verir.

Yusuf suresinin 53. ayeti ”Nefs daima kötülüğü emreder ”
“Senin en zararlı düşmanın nefsindir.” hadisinin bir nüktesidir.

Bir Allah dostu nefsi kötü vasıflarını şu şekilde vasıflandırmıştır ;
“Gaflete dalan, hayatı tatlı gören, ahireti unutan,Fahre meftun, şöhrete müptela , methe düşkün, hodbinlikte bihemta ve sersem ve namazdan hoşlanmayan. Bu vasıflara sahip olan nefis, imtihan gereği insanı şerre sevk ederek, kötülüğü emrederek emmare olduğunu göstermektedir. Emmare bir nefis kötülüğe aşık, harama düşkün, sefahate hayran, sarhoş; hep pislerden ve pisliklerden hoşlanan zavallı, hayırlı işlerde tembel ve ürkek, şerde cesur ve atılgan bir mizaca sahiptir. Şeytandan her vakit böyle ders alan nefis insanı hayırdan alıkoymak ve şerre sevk etmek için bir nevi vesvese ve telkinatlar yapmaktadır.

Nefis, devekuşu gibidir. Şeytan Sofestai, heva da Bektaşidir. İnsanı saray gibi bir binaya benzetetir, o sarayın ehlini ve sakinlerini İnsandaki göz, kulak, kalp, sır, ruh, akıl gibi letaif ve nefis ve heva ve kuvve-i sehaviye (ihtiyaçlar)ve kuvve-i gadabiye (kötülüklerden koruma amaçlı) gibi şeylerdir. Her bir insanda her bir latifenin ayrı ayrı vazife-i ubudiyetleri var; ayrı ayrı lezzetleri, elemleri var. Nefis ve heva, kuvve-i şeheviye ve gadabiye, bir kapıcı ve it hükmündedirler. diyerek Allah’ın insana nefsi verme amacının, insan ruhunu barındıran beden sarayını korumak olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla beden sarayında padişah hükmünde olan ruhun, vezir mesabesinde olan aklın ve kalbin terakki ve tekamülünü sağlamak, ancak nefsin görevini amacına uygun yapmasına bağlıdır. Beden sarayını koruma amacı ile tutulan bir bekçinin yönetimi ele geçirerek ruhu ve aklı esir alması ve kalbi istediği gibi yönlendirmesi elbette büyük bir yıkımdır.

Rabbim nefsini tanıyan/ bilenlerden eylesin.. Nefsi emmarenin tuzaklarından da baid eylesin..
Marifetullahıyla yüceltsin muhabbetullahıyla nimetlendirsin ve en büyük gayemiz olan imanı billahla neticelendirsin… Vesselam..

Selam ve dua ile..

Çinli Düşünür Lao Tzu’nun Öyküsü: Yargılama Takıntısı

Selamun aleykum …

Lao Tzu’dan atı kaybolan yaşlı adam ve köylülerin öyküsünü aktaracağım bugün size. Dr. Wayne Dyer’in bir kitabında okuduğum günden beri unutmadığım bir ders içeriyor.

 İslami Sohbet Platformu

Üç bin yıl önce yaşamış Çinli düşünür Lao Tzu’dan aktarılan, hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında acele karar vermekten kaçınmamız gerektiğini anlatan kısa ve etkileyici bir öykü. Atı kaybolan yaşlı adam ve köylüler.

Hayli basit, fakat insanın dar görüşlülük problemini hatırlatması bakımından o denli çarpıcı bir hikâye. Koca bir gerçeği bu kadar iyi anlatan başka bir öyküye rastlamadım. Çoğu kişinin zaman zaman yeri geldiğinde anlatmak istediği bir öykü, ancak bu kadar mükemmel anlatması zor.

İşte Lao Tzu’nun o meşhur, atı kaybolan yaşlı adam ve köylülerin hikâyesi.

Atı Kaybolan Yaşlı Adam ve Köylüler
Köyün birinde yaşlı bir adam yaşarmış. Çok fakirmiş, fakat öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki bu adamın, kral bile onu kıskanırmış. Birçok defa kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.

“Bu at, bir at değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı?” dermiş hep.

Bir sabah at ortadan kaybolur
Derken köyde bir sabah kalkmışlar ki, at yok.

Köylü, ihtiyarın başına toplanmış.

“Seni ihtiyar bunak. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Bu fakirlikte böyle değerli bir şeyi nasıl koruyabilirsin? Krala satsaydın, istediğin kadar paran olurdu ve ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler.

İhtiyar “Bir karara varmak için acele etmeyin” demiş. Sadece ‘At kayıp’ deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yargınız ve sizin yorumunuz. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.”

Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.

At bir gece ansızın döner
Ama aradan çok gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, kendi başına dağlara gitmiş. Dönerken de, vadideki bir düzine yabani atı peşine takıp getirmiş.

Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler.

“Babalık” demişler, “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değilmiş, şimdi bir sürü atın oldu; adeta başına devlet kuşu kondu.”

“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin ama yargılamayın! Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç, tüm bildiğimiz yaşamın yalnızca bir kesiti. Yaşam bir kitap gibidir. Bir kitabın ilk cümlesinin ilk kelimesini okur okumaz o kitabı nasıl anlayabilir, tamamı hakkında yargıya varıp fikir yürütebilirsiniz?”

Köylüler bu defa ihtiyarla açıktan dalga geçmemişler ama içlerinden “Bu herif sahiden gerzek” diye geçirmişler.

İhtiyarın oğlu attan düşer
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatağa hapsolmuş.

Köylüler gene gelmişler ihtiyara.

“Bir kez daha haklı çıktın” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler.

İhtiyar “Siz yargılama hastalığına tutulmuşsunuz, hep erken karar veriyorsunuz” diye cevap vermiş. “O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin yargınız ve yorumunuz. Ama acaba ne kadar doğru! Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez. Fakat siz her şey yaşanmış gibi sonuç çıkarıyorsunuz!”

Gençleri askere alırlar
Derken birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile ülkeye saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.

Köylüler, gene ihtiyara gelmişler.

“Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.”

“Siz erken karar vermekten kurtulamıyorsunuz. Daima yargılıyor ve sonuç çıkarıyorsunuz” demiş, ihtiyar.

“Oysa ne olacağını kimse bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu Allah bilir.”

Öyküden çıkan ders
Lao Tzu, etrafına anlattığında öyküsünü şu nasihatle tamamlarmış:

Yargılamayın ve acele karar vermeyin! O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Yaşamın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında yorum yapmaktan ve sonuç çıkarmaktan kaçının! Yargılama aklın durması halidir. Yargılayıp kararınızı verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısıyla gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karar vermeye ve bir sonuca varmaya zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Yargılamak, bir son nokta koymaktır. Oysa seyir asla sona ermez; bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, bir diğeri açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.

Uzun sözün kısası: Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının!

Lao Tzu hakkında
Lao Tzu (Lao Çu diye okunur), aslında Çince “Yaşlı Bilge” anlamına gelen iki sözcük. Ne zaman yaşadığı konusunda kesin bir tarih olmayan Lao Tzu, günümüzde Taoizmin kurucusu olarak kabul ediliyor.

Lao Tzu ile ilgili ilk bilgiler M.Ö. 100’lü yıllarda bir Çin tarihçisi tarfından yazılmış bir eserde bulunuyor. Bu eserde, Lao Tzu adında (farklı adları da var) bilge birinin Çin’in Honan eyaletinde doğduğu yazar. Çin tarihinde en uzun ömürlü Hanedan olarak bilinen Cheou (Çu) hanedanı (M.Ö. 1028- M.S. 256) döneminde, saray arşivcisi olarak görev yapmıştır.

M.Ö. 650-350 yılları arasında, sözlü olarak nakledilen öğretilerin zaman içinde yazıya aktarılmasıyla oluşmuş Tao Te Ching adlı eserin Lao Tzu’ya ait olduğuna inanılır. Ancak eserle ilgili olarak yapılan araştırmalar, eserin birden fazla yazarının bulunduğunu ve metne zaman içinde ilaveler ve düzeltmeler yapıldığını ortaya koymuştur.

Dini Sohbet Platformu

Yeni yazılarda buluşmak üzere selam ve dua ile..

AYRILIKLARDA NEDEN ACI ÇEKERİZ?

İnsan, fıtrat olarak kainatta her şeye muhtaç olarak yaratılmıştır. Bu muhtaç olma vasfı, insanı bütün mevcudat ve mahlukat ile alakadar ve ilgili yapıyor. İnsanın fıtratında, bütün mahlukatı sevecek ve yutacak kadar geniş bir muhabbet kabiliyeti de vardır. İnsan bu kabiliyetinin yüzünü mahlukata çevirdiği için, koca dünyayı hanesi gibi seviyor. Bununla da yetinmiyor, ebedi cennete bahçesi gibi muhabbet ediyor.

islamisohbetçi

Aslında bu geniş muhabbet kabiliyeti insana mahlukat için değil, Allah için verilmiştir. Ama insan bunu suiistimal edip, bu muhabbet kabiliyetini mevcudata sarf ediyor. Allah da ceza olarak mevcudata firak ve ayrılık acısını koymuş. Zira insanın şiddetli muhabbet ettiği mevcudat üzerinde fanilik ve zeval damgası var. Fena ve zeval de insanın kalbini yaralayan ve kanatan bir azap vasıtasıdır. Ne kadar muhabbet ettiği şey varsa, ona azap vasıtası oluyor. Bu azaba insan müstahaktır. Zira bu muhabbet kabiliyeti, mevcudat için değil, Allah için insana verilmişti. İnsan bu duyguyu yanlış yerde kullandığı için, cezasını da peşinen görüyor.

“Ya Bâki Entel Bâki” cümlesi insanın şu yanlış ve hastalıklı tutumunu değiştiren ve tedavi eden bir cümledir. Bu cümle ile insana; “muhabbetini fena ve zevalden münezzeh olan Allah’a yönelt,” diyerek insana gerçek mahbubu gösteriyor. Halbuki mevcudat fenaya ve ölüme mahkûm olduğu için, bu muhabbete değmiyorlar.

Öyle ise muhabbet ancak ölüm ve zevalden mukaddes olan Allah’a mahsustur. “Baki olan sensin” derken, mevcudatın fani olduğu ilan ediliyor. Öyle ise kalbini fani olana değil, baki olana tevcih et ki rahat ve saadete eresin, firak ve ayrılık acısından kurtulasın, denmek isteniyor.

Mevcudat fani olduğu için, kalbin ilgi ve muhabbetine değmezler. Zaten mevcudatta sevmeye sebep olan bütün güzellik ve mükemmellikler, Allah’ın güzellik ve mükemmelliğinden yansıyan zayıf gölgelerdir. Asıl güzellik ve mükemmellik kaynağı olan Allah dururken, onun çok perdelerden geçmiş zayıf gölgelerini sevip, acı çekmek akıl karı değildir. Öyle ise “Ya Bâki Entel Bâki” deyip, bütün muhabbetimizi Allah’a vermeliyiz.

Selam ve dua ile…

Uhuvvet / Kardeşlik

Selamun aleykum ,

Bu haftaki konumuz “uhuvvet/kardeşlik” din kardeşliği manasına gelen uhuvvet insanların bir birini Allah rızası için sevmesi anlamına gelmektedir. Hem günümüzde hem de eski çağlarda insanoğlu biçmeyeceği tarlaya tohum atmaya çekinmektedir. Yani ilişkileri menfaate dayalıdır. Birinden menfaat görürse yanaşır, emeğinin karşılığını alamayacaksa dostluğunu keser.

islamisohbetçi

Oysa Efendimiz s.a.v.’in bu hususta   ikazı vardir. Bir Hadis-i şerifte : “Iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız.” buyuruyor. Yani insanoğlunun dünya ve ahiret arasındaki yolculuk serüveninde muhabbet ve kardeşlik iman kadar hakikatli bir değere sahip olduğunu belirtmiştir.

Uhuvvet birine karşılık beklemeden yardım etmek yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmektir. Zilzal Suresinde (Zilzal 7-8) belirtildiği üzere yapılan her iyilik ve her kötülük miktarı ne olursa olsun ahir dünyada hesap gününde tartılacak ve karşılığı verilecektir. Bu nedenle müminler iyiliklerini dünyevi beklentiler karşılığında yapmazlar. İhlas düsturu bunu gerektir.

Biriyle ihlas çerçevesinde rızai ilahi güdülerek arkadaşlık-dostluk ilişkisine uhuvvet denir. Hucurat suresi 10. Ayette “müminler kardeştir” denilerek uhuvvete vurgu yapılmaktadır. Birbirini sırf Allah rızası için sevmek o kadar önemlidir ki kıyamet gününde Peygamberimizin (SAS) Liva ulhamd sancağı altında bulunmaya layık 7 kategoriden biri, birbirini ihlas ile sırf Allah rızasını gözeterek seven iki kişidir. (Mübarekfürî, Tuhfetü’l-Ahvezî, Beyrut t.y, IV, 130).

(Allahüteâlâ, Kıyamette, şu yedi kişiyi, hiçbir gölgenin bulunmadığı günde, Arşın altında gölgelendirir. Yani onu kendi himayesine alır:
1- Adaletli hükümdar,
2- Rabbine ibadet ederek yetişen genç,
3- Gönlü [namaz için, ibadet için] mescitlere bağlı olan,
4- Allah için birbirini seven, o sevgi ile bir araya gelip, o sevgiyle birbirinden ayrılan iki kişi,
5- Güzel ve mevki sahibi bir kadın, davet edince, ben Allah’tan korkarım diye red eden,
6- Sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar sadakayı gizli veren,
7- Tenhada Allah’ı zikredip de gözleri yaşla dolan.)

 

Gelin görün ki geçmişte ve günümüzde yaşanan dramatik olaylar uhuvvet kavramının ancak sözlükte ve hadislerde kaldığını göstermektedir. Uhuvvet partizanlık veya kabileperestlik ile karıştırılmaktadır. İnsanlar kendisi gibi olanı sevmekte, kendinden farklı olanı dışlamakta partizanlığı uhuvvet zannetmektedir. Çoğumuz sıkıntılı anlarda arkamızı koruyacak kişilere derin muhabbet beslerken, ileride faydasını göremeyeceğimiz insanlardan uzak durmaktayız.

İslam ülkeleri sürekli bir biriyle dalaşır durumdadır. Komşular birbirinin kuyusunu kazmakta, akrabalar toprak kavgası nedeniyle yıllarca küs kalmaktadır.

Yaşanan trajedileri görünce uhuvvet kavramının ne denli önemli bir kavram olduğunu, susuz kalmış toprakların yağmura ihtiyaç duyduğu gibi fesat, kıskançlık ve dünya sevgisi ile bürünmüş gönüllerin uhuvveti hissetmeye muhtaç olduğunu anlıyoruz.

Müminler kardeş ise biz kardeş olduğumuzu önce öz kardeşlerimize, komşularımıza, arkadaşlarımıza yani yakın çevremize hissettirmeliyiz. Kardeşi ile küs birisinin hiç tanımadığı insanlara şirin gözükmesi veya tanımadığı beldelerin sakinlere yardıma koşması ne yaman çelişkidir.

Kardeş olalım ve buna en yakınlarımızdan başlayalım. Sonra kardeşlik dalga dalga büyüsün ve yeryüzünü kaplasın.

Temenni etmek kolay, bunu gerçekleştirmek ise Zülkarneyn seddini delmek kadar zordur. Yılların kinini kalpten söküp atmak, yakın arkadaşımızın başarısını kıskanmamak öyle zordur ki ! Her konuda olduğu gibi bu konuda da kendimizi kandırmaya çalışıyoruz. Birlikte maça gittiğimiz kişi ile kan kardeşiyiz, rakip takım taraftarına ile ölesiye öldüresiye düşmanız.

Kardeşliği aynı yolun yolcusu olmak, aynı gemide bulunmakla sınırlandırıyor. Öyle bir zaman geliyor ki kardeş dediğimiz kişi ile 5 kuruş yüzünden kavga ediyoruz. Demek ki kardeşliğimiz zahiri, aldatıcı bir dostluk imiş.

Gerçek kardeşlik Allah (cc) emri gereği müminler ile dost olmaktır. Bu dostluğu ne kız kavgası ne toprak kavgası bozabilir. Uhuvvetin kaynağı ihlas ile yapılan ubudiyettir, can suyunu takvadan yani Allah korkusundan alır.

Uhuvvet fidan gibidir, beslenirse büyür, neşvü nema bulur gelişir, ihmal edilirse kalpler kasvet bağlar insanlar arasındaki bağlar kesilir.

Peki ne yapabiliriz uhuvvet için. Farz ibadetleri hakkı ile yerine getirmeye çalışmak , boş zamanları yararlı meşguliyetler veya nafile ibadetler ile doldurmak gerekir. İnsanlar arasındaki sevgiyi selamlaşma geliştirir. Tanıdık tanımadık herkese selam vermek ve verilen selamı almak insanlar arasındaki bağı güçlendirir. Güler yüzlü olmak ve insani ilişkilerde köfte-ekmek hesabı yapmamak dostlukları güçlendirir.

Fırsat buldukça arkadaşlara telefon etmek, hasta ve cenaze ziyaretlerinde bulunmak uhuvvetin ilacıdır.

Ve de dua etmek… Duamız olmasa Rab katında ne kıymetimiz olurdu ki ?

Selam ,Muhabbet ve dua ile kalın…

Veda Haccı Ve Veda Hutbesi (632)

Veda Haccı Ve Veda Hutbesi (632)

Hz. Peygamber (s.a.v), Mekke’nin fethinden iki yıl sonra Müslümanlara hac ibadetini yerine getirmek için mekke’ye gideceğini haber verdi. İslami sohbet

Müslümanlar bu habere cok sevendiler. Hazırlıklar yapıldıktan sonra Peygamberimiz (s.a.v) çok sayıda sahabi ile birlikte hac için yola çıktı.
Resulullah (s.a.v) Mekke’ye ulaştığında, Arap yarımadası’nın dört bir yanından gelen yüz bini aşkın Müslüman ile Kabe de bir araya geldi. Müslümanlarla birlikte kabe’yi tavaf etti.

Arefe günü Arafat’a çıktığında brada Müslümanlara bir konuşma yaptı. İslam tarihinde bu konuşmaya Veda Hutbesi Peygamber (s.a.v) yaptığı hacca da Veda Haccı denildi.

Peygamber (s.a.v.) Veda Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur:

“Hamd Allah’a mahsustur. Ona hamderer, ondan yardım isteriz. Şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir, onun eşi ve benzeri yoktur. Yine şahitlik ederim ki Muhammed onun kulu ve resulüdür.

Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada edebi olarak bir daha beraber olamayacağım.

İnsanlar! bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise bu şehriniz Mekke nasıl kutsal bir şehir ise canlarınız, mallarınız, namus ve şerefsiniz de öylece mukaddestir; Her türlü saldırıdan korunmuştur.

Ashabım! Yarın Rabbi’inize kavuşacaksınız. Bugünkü her hal ve hareketinizden muhakak sorgulanacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız.

Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa onu hemen sahibine versin. Biliniz ki faizin her çeşidi kaldırılmıştır. İlk kaldırdığım faiz de Abdülmüttalip oğlu Abbas’ın faizidir. Lakin ana paranız size aittir. Ne zulmediniz. Ne de zulme uğramayınız.

Ashabım! Dikkat ediniz. Cahiliye’den kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Cahiliye Devri’nde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdülmuttalip’in torunu Rebia’nın davasıdır.

Ey insanlar! kadınların haklarını gözetmenizi ve bu konuda Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır.

Müminler! size iki emanet bırakıyorum. Ona sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. bu emanetler: Allah’ın kitabı, Peygamber’in sünnetidir.(21)

Müminler! sözümü iyi dinleyin, iyi belleyin. Rabbi’iniz birdir, babanız birdir.

Hepiniz Adem’densiniz.

Adem de topraktan yaratılmıştır. Arap’ın Arap olmayan üzerinde, kırmızı tenlinin siyah üzernde, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük anca takva iledir.

Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Böylece bütün Müslümanlar kardeştir.

Bir Müslüman’a kardeşinin kanı da malı da helal olmaz. Fakat gönül hoşnutluğu ile vermişse başkadır. Bu nasihatlerimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsinler. Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi kavramış olabilir.

Ey İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz? “diye sordu Dinleyenler,” 

Allah’ın dinini tebliğ ettin, vazifeni hakkıyla yaptın, bize nasihat ve vasiyette bulundun, diye şehadet ederiz.” Dediler.

Bunun üzerrine Peygamberimiz (s.a.v)  Şahit ol ya Rab! Şahit ol ya Rab! şahit ol ya Rab! diye buyurdu.(22)

İslami sohbet platformu olarak olarak  Veda Haccı Ve Veda Hutbesi (632) Adlı  konunun sonuna geldik başka konuda  görüşmek dileğiyle.

yazan:Ennur

Selam ve Dua ile

Selâm/İ(slâm) Mülâhazası

Es selâmu aleykum verahmetullah ,

Bugün Islâm,selâm,samimiyet,dirlik,sağlam,sağlık kelâmları üzerine  Kurani Kerimde geçen bazi ayetlerle birlikte mülahazalarda bulunacağız.

islamisohbetçi

Kurani Kerim tüm insanlığa doğruyu bildirmek ,dünya ve ahiret saadeti için gönderilmiş son ilahî kitabımızdır.  Yüce yaratıcı dünya ve ahiret hayatında insanlığın iyiliği için uyarıcı kurallarıyla ayetlerinde hitap etmiştir. Dünya hayatinda nasıl yaşayacağını bilmeyen insanlık için Rehber ve Klavuzunu  bizlere göndermiştir.

Bizler de  yaşantımızı Kuran ufkuyla sekillendirip huzurlu bir aleme kavuşuyoruz.Dünya ve ahiretimizi cennete çevirmek ancak Kuran ve Peygamber sunneti istikametinde  sebat üzerine olmakla münkündür.

Cennet ehli insanların hâlleri ve “selâm” kelamının anlamını, Kuran’da misallerle beyan edilmiş bazı  ayetleri ince tespitlerle sizlere yazacağım.

Ibrahim süresi 23-24-25-26-27.ayetlerinde ,

(23) İman edip salih ameller işleyenler ise, Rablerinin izniyle içinde sürekli kalacakları ve altından ırmaklar akan cennetlere konulurlar. Oradaki dirlik(sağlık) temennileri “selâm!”dır.

(24) Allah’ın nasıl bir misal getirdiğini görmedin mi? Güzel sözü, kökü sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti.

(25) O ağaç, rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller getirmektedir.

(26) Kötü sözün misali de kökü yerden sökülmüş, ayakta duramayan kötü bir ağaçtır.

(27) Allah sağlam söze iman edenleri hem dünya hayatında hem de âhirette sağlam tutar; Allah zalimleri de şaşırtır ve Allah dilediğini yapar.

Selâm “selamet,barış,dirlik, esenlik, kurtuluş, sağlam olmak,sağlıklı hayat ; maddi ve manevi her türlü zarardan , kötülüklerden uzak kalma,dünyevi musibetlerden ve âhiret azabından kurtulma” anlamlarını topluca ifade eden bir kelâmdır.  Birbiriyle karşılaşan müslümanların sevgi, dostluk, iyi niyetle birbirlerine samimiyetini ve iyi dileklerini ifade etmek için söyledikleri  “Selamun Aleykum”  dua cümlesi “Selam size” anlamını da taşır. Yani ayetin devamında anlatılan misalde “Selâm”  yani sağlam ve güzel söz, kökü sağlam bir ağaca benzetilmektedir. Çirkin ve sebat(sağlam )bir dayanağı olmayan sözler ise kökü çürümüş bir ağaca benzetilmektedir.  Kökü sağlam olan ağaç nasıl meyvesini veriyorsa sağlam ve güzel söz de meyvesini yani mükafatını mutlaka alacaktır. Çirkin ve sağlam olmayan  söz herzaman çürümeye ve yok olmaya mahkûmdur.

Ayette sebat olarak beyan edilen sağlam söz ,sabit olmayi, samimiyeti  ,kararli olmak ve sadakati de ifade etmektedir.

Ibrahim suresinin 27. ayetinde ise, Allah sağlam söze iman edenleri hem dünya hayatında hem de âhirette sağlam tutacağına söz veriyor.  Burda sağlam sözü Efendimiz s.a.v ” kelime -i Şehadet ” olarak açıklamıştır. Allah iman etmiş tüm inananlarin kalbine bu sağlam sözü yerlestirir. Hem dünya hem ahiret hayatinda sebat yani imanı üzerine sabit kılmıştır. Zalimleri ise kendi hallerine bırakır ve doğru yolu bulamazlar. Böylece onlar hem dünya hem de ahiret hayatinda bedbahtin ta kendileridir.

Allah  saglam bir samimiyetle hidayete  ermek isteyenleri hidayete erdirir, zulüm ve sapkinlikta israr eden zalimleri ise kendi hallerine bırakmıştır.

Selâm ve Islam kelâmlarını karşılaştırdığımızda. “(I)slam” kelimesinin” Selâm”dan türediğini görüyoruz. Islâm  sağlam sözle (kelimei sehadetle) iman etmis tüm inananları dünya ve ahirette sa(ğ)lam  tututar , ebedi  saadete kavuşturur.

Efendimiz( s.a.v )duasinda “Ey kalpleri çeviren Allah’ım! Benim kalbimi Sen’in dinin üzerine sabit kıl.” (Tirmizî) buyurmustur.

Rabbim kalbimizi iman nuruyla sabit, sa(ğ)lam,selâm eylesin…

Selâm ve dua ile…

 

Aşk-ı mecazi, aşk-ı hakikiye nasıl dönüşür ?

Selamun aleykum verahmetullahi  berakatuhu  ebeden daimen,

islamisohbetçi

Allah, insana kalb ve muhabbet hissini, kendi isim ve sıfatlarını sevdirmek için vermiştir. Hatta insandaki kalb ve muhabbete öyle bir genişlik vermiştir ki; ancak ezelî ve ebedî olan Allah’ın cemal ve kemalinden başka hiçbir şeyle tatmin olamaz. Öyle ise insanın nihayetsiz olan muhabbetini, mecazi ve fani mahlukata vermesi meşru ve helal değildir. Mahlukatı ise ancak Allah’ın bir san’atı, cemal ve kemalinin bir ayna olması noktasından sevebilir.

Kalb Allah’ı sevmekle ve O’nu zikretmekle mutmain olur. “İyi biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı zikretmekle (anmakla) huzur bulur.” (Ra’d Suresi, 13/ 28)

Cenab-ı Hakk’ın muhabbeti, fani olan dünyanın birkaç günlük zevkiyle mukayese edilmez. İnsanın kalbine yerleştirilen nihayetsiz muhabbet, nihayetsiz cemal ve kemal sahibi olan Cenab-ı Hakk’ı sevmesi için verilmiştir.

“İnsan, kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemal sahibi olabilir.”

Dünya, insanın arzu ve emellerini tatmin için kafi değildir. Bunun içindir ki, dünyanın güzel manzaralarını kısa bir zamanda temaşa edip; onun zevk ve sürurlarını tatmak, ancak insanın iştihasını açar, fakat doyurup tatmin etmez.

“Ancak o ruhun arzularını ve meyillerini tatmin ve temin edecek, alem-i ahirettir.”

Diğer bir husus, muhabbet ilim ve marifetin bir neticesi hükmündedir. İlim ve marifet ziyadeleştikçe muhabbet de ona göre ziyadeleşir. Nasıl meyve ağacı, meyvesi için dikilir ve bakılır ise, aynı şekilde kainat ağacının meyvesi ve neticesi de muhabbettir, kainatın yaratılması da ona bakar. Bu yüzden Allah insana nihayetsiz ve her şeyi kuşatacak bir muhabbet hissi vermiştir. Kalbadi, fani ve ani şeylere bağlanmamalı, onlarda boğulmamalıdır.

Nasıl ki, tevhid akla rehber olduğu zaman, her şeyde Allah’ı bulduruyor ise, aynı tevhid kalbe rehber olduğu zaman da kalbi kâinatın dağınıklığından ve mecazî aşklarından kurtarıp, hakiki aşk olan Allah’a yöneltiyor. İnsanın mahiyetindeki aşk-ı beka, İlahi aşkın bir levhası, bir cilvesi ve bir numunesidir. Bunun sarf edileceği yer ise ancak ve ancak Allah’ın sonsuz cemal ve kemalidir.

Bir şeyi sevmek iki türlü olur; birisi caiz iken, diğericaiz değildir.

Birisi, bir şeyi kendi hesabına ve zatı için sevmektir. Yani sanatı, sanatkârına olan yönünden ve işaretinden dolayı değil de,san’atı sırf san’at için, kendi hesabına sevmektir. Bu sevgiye mecazi sevgi deniliyor. Bu sevgi Allah’ın razı olduğu bir sevgi değildir. Her şeyin fani ve geçici olması bu yüzü iledir.

Allah namına olmayan her şey fanidir ve yokluğa mahkumdur. Fena ve yoklukla yoğrulmuş bir sevgi ise insana lezzetten ziyade azap verir. Kalb, ancak Allah sevgisi ile tatmin olabilir. Fani ve geçici mahlukat ile tatmin olmaz.

Diğeri ise, Allah namına ve Allah hesabına sevmektir. Mahlukatı Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarına birer ayna ve O’nun sevgisine vesile olduğu için muhabbet etmektir. Bu sevgi Allah’ın razı olduğu bir sevgidir.

Mesela, bir çiçeğe bakıldığı zaman, o çiçekte sevilmeye layık ne varsa hepsi Allah’ın sonsuz güzelliğinden gelen zayıf bir tecellidir. Güzelliğin asıl kaynağı Allah’ın sonsuz cemalidir.

İşte kainatta sevgiye sebep olan bütün güzellikler, mükemmellikler ve iyilikler Allah’tan geliyor. Mahlukattaki bütün güzellikler O’nun sonsuz isim ve sıfatlarının çok perdelerden geçmiş zayıf birer tecellileridir. Biz bu tecellileri Allah için ve O’nun hesabına sevebiliriz. Anne ve babamızı Allah’ın birer mahluku noktasından sevebiliriz. Allah için ve O’nun hesabına ne kadar sevip hürmet etsek azdır.

Bir Allah dostu şu şekilde özetler;

Çok Sözlerde izah ettiğimiz gibi, herşey, mânâ-yı ismiyle ve kendine bakan vecihte hiçtir; kendi zâtında müstakil ve bizatihî sabit bir vücudu yok. Ve yalnız kendi başıyla kaim bir hakikati yok. Fakat Cenâb-ı Hakka bakan vecihte ise, yani mânâ-yı harfiyle olsa, hiç değil. Çünkü onda cilvesi görünen esmâ-i bâkiye var. Mâdum değil; çünkü sermedî bir vücudun gölgesini taşıyor. Hakikati vardır, sabittir, hem yüksektir. Çünkü mazhar olduğu bâki bir ismin sabit bir nevi gölgesidir.” 

Vesselam, Rabbim kalbimizdekileri Baki Hakiki için sevenlerden ve Bekayaa mazhar olanlardan eylesin…

Selam ve dua ile…

Mevlid Kandili’nde Yapılacak Dua ve İbadetler

 

Mevlid Kandili Peygamber Efendimizin dünyayı şereflendirdiği gündür. Bu gecenin faziletinden  istifade etmek çok önemlidir. Mevlid Kandili’nde yapılması tavsiye edilen dua ve ibadetleri sizler için derledik.    islamisohbetci

Mevlid kandilinde neler yapılır. denildiğinde hemen hemen hepimizin aklına ilk olarak şu gelir. İslam alemi için önemli olan bazı mübarek gecelerin ihyası için müslümanlar bu geceyi, hem kendi açılarından hemde bütün islam alemi için dua edeler. Mevlid kandilleri hakkındaki tartışmalar sürmüş ve yaygın bir gelenek durumuna gelsede mevlid kandilinde yapılması gerekenler hepimizi az çok ilgilendirir. Bu nedenle siz değerli takipçilerimiz için özel olarak mevlid kandilinde neler okunur denildiğinde ilk olarak şunu yapmamız lazım. Namaz, tilaveti Kuran, dua gibi bütün ibadet çeşitleri ile gece ihya edilebilir. Tabi şunuda söyemek lazım Sadece mevlid kandilinde yapılması gereken özel ibadetler yoktur. İşte her kandil gecesinde yapılması gereken aslında günlük alışkanlık haline getirmek gereken ibadetlerdir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem 571 yılında Kameri aylardan Rebiül -evvel ayının 12. gecesi doğmuştur. Bu mübarek geceye Mevlid Kandili denir.

Bu kutlu gecede her müslüman hiçbir şey yapmasa da yada hiçbir şey bilmiyorsa da en azından peygamberimize salat ve selam getirerek ihya edebilir. Nitekim Kuranı Kerim’de ahzab suresi 56. ayet’te Yüce Allah buyuru ki: إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا 
Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salat ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin, selam edin. evet ne kadar önemli olduğunu ayette görebiliyorsunuz. Ki biliyorsunuz günümüzde de kandiller camilerde okunan mevlid ve Kuran’la, yapılan dua ve ibadetlerle canlı biçimde kutlanmaktadır. Yani demek istediğimiz hiç birşey bilmiyor olsa da  camiye gidip mevlid dinliyebilir sevap kazabilirsiniz. Ayrıca hayra vesile olması açısından güzel birer adettir. Hadi bunuda yapamadınız diyelim ama kesinlikle hayatını kesin okuyunuz ahlakını öğreniniz. Günümüzde Müslüman toplumların karşı karşıya kaldığı problemlerin çoğu, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bildirdiği evrensel ilkelerden uzaklaşmaktan kaynaklanmaktadır.

Evet her sene içinde islam alemi ve müslümanlar tafaından kutlanan ve ihya edilen gecelerden olan mevlid kandilinin önemi için yapılması gereken ibadetdeler.
1. Peygamber Efendimiz (sas)’e salat ü selamlar getirilmeli; O’nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuuru tazelenmeli. Can ü gönülden, “Es-salatü ve’s-selamü aleyke ya Resulellah” demeliyiz. Yada Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed demeliyiz.

2. Bu kandil gecelerinin gündüzlerinde mümkün olduğunca oruç tutulma.

3. Kur’an–ı Kerim okunmalı; okuyanlar dinlenmeli; uygun mekanlarda Kur’an ziyafetleri verilmeli; Kelamullah’a olan sevgi, saygı ve bağlılık duyguları yenilenmeli, kuvvetlendirilmeli. Kur’anı Kerim okumak veya dinlemek. Böyle mübarek bir gecede yapacağımız ibadetlerin en önemlisi: Kur’anı Kerim’i okumak, dinlemek ve anlamı üzerinde düşünmektir. Çünkü Kur’an-ı Kerîm Cenab-ı Hakk’ın insanlığa son mesajıdır. O’nun iyi anlaşılması ve uygulanması halinde insanlık mutlu olacaktır.

4. Bol bol zikir, evrad ü ezkarda bulunulmalı.

5. Günahlara samimi olarak tevbe ve istiğfar edilmeli; idrak edilen geceyi son fırsat bilerek nedamet ve inabed de bulunulmalı. En azından bir tesbih “Estağfirullah” demeliyiz. Diğer kutlu zamanlar gibi Mevlid gecesi de, özümüze dönerek gaflet içinde geçen günlerimizi sorgulama, unutarak ve bilmeyerek işlediğimiz hatalara tevbe edip bağışlanma dileme, kendimizi ve irademizi yenileme zamanıdır.

6. Kaza, nafile namazlar kılınmalı; varsa o geceye ait nakledilen namazlar, onlar da ayrıca kılınabilir; kandil gecesi, özü itibariyle ibadet ve ibadette ihsan şuuruyla ihya edilmeli. Mmümkünse vakit namazlarımızı camilerde kılmaya özen göstermeliyiz. Hem cami ve cemaat sevabından yararlanmalı hemde diğer müslüman kardeşlerimizle bütünleşmeli, kandilini tebrik etmeliyiz.

7. Tefekkürde bulunulmalı; “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah’ın benden istekleri nelerdir” gibi konular başta olmak üzere hayatî meselelerde derin düşüncelere girmeli.

Rabbim hakkıyla idrak edip, ihya etmeyi nasip etsin.  Selam ve dua ile…

Kalbimize Şifa Olan Yüce Kitabımız Kuran-ı Kerim’den 7Güzel Dua Örneği

Kalbimize Şifa Olan Yüce Kitabımız Kuran-ı Kerim’den 7 Güzel Dua Örneği İslamisohbet

Kasas Suresi, 16,

Ey Rabbim! Gerçekten Ben Kendie yazık ettim,

Beni Bağışla,

Neml Süresi,19

Ey Rabbim!

Rahmetinle  beni iyi kullarının arasında cennete koy.

Taha Süresi,25-28,

Rabbim! Benim gönlüme genişlik ver.

Benim işimi kolaylaştır, dilimden de

düğümü çöz ki sözümü iyi anlasınlar.

İbrahim Sursi, 40

Ey Rabbim! Beni ve

Neslimden gelenleri namazı gereği gibi kılanlardan eyle.

Hud Süresi, 47.

Ey Rabbim! Bilgim Olmayan şeyi senden isemekten sana sığınırım.

Ali İmran Süresi, 53

Ey Rabbimiz! İndirdiğin Kitaba inandık ve Resulün

de peşinden gittik artık bizi şehadet edenlerle beraber yaz.

Mümin Süresi,97-98

Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınırım. Ey Rabbim!

Onların yanımda bulunmalarından sana sığınırım.

İslami sohbet platformu olarak olarak  Kalbimize Şifa Olan Yüce Kitabımız Kuran-ı Kerim’den 7 Güzel Dua Örneği  Adlı  konunun sonuna geldik başka konuda  görüşmek dileğiyle.

yazan: Ennur

Selam ve Dua ile