20210512 030017

Elvada Ey Şehr-i Ramazan

Elvada Ey Şehr-i Ramazan İslamisohbet

Bir bahar müjdesi gibiydi gelişin.

Rahmettinle kandık, şifa bulduk, Şimdi gidiyorsun ey Şehr-i Ramazan elveda. Neşe sactı gönüle,  okundu mukabele, diyoruz güle güle, elveda ya şehr-i Ramazan

20210512 030017

Elveda ey şehr-i Ramazan derken; misafiri hoşnut göndermenin yolalrına bakalım.Gelişinle ne kadar sevindiysek gidişin o kadar büktü boynumuzu. İslamisohbet

on bir ayın sultanısın, dertlilerin dermanısn, Hakk’ın bize ihsanısın, elveda ey Şehr-i Ramazan elveda.

Gündüzlerin rahmeti idi gecelerin nimeti idi, aşıkların vuslat idi, şehri mubarek elveda

Elveda Ya şehri Ramazan!

Gelişin huzur verdi, gidişin hüzün. Elveda Ramazan.

Bin damla serisin yüreğine, bin mutluluk dolsun gönlüne, bütün hayallerin gerçek olsun, duaların kabul olsun bu hüzünlü bayramda Ramazan Bayramın mubarek olsun!

Yazan: EzeL

Muhammed (s.a.v) Aşığı Bir Padişah

Pergamber efendimizin doğumundan yaklaşık 700 sene evvel Malik bin Milhan isimli yemenli bir yahudi padişah, Tevrat’ta Hz. peygamber Efendimizin s.a.v geleceğini ve O’nun üstün meziyetlerini öğrenmiş, O’nun dinini Medine’de anlatıp yayacağını tespit edince ordusuyla Medine’yi fethetmiştir. O kutlu Resule yetişip, O’nun ümmeti olabilme şerefine erişim ümidi ve, O’na hizmet etmek amacıyla iki katlı bir ev yaptırmış ve beklemeye koyulmuştur. Fakat ömrünün vefa etmeyeceğini anlayınca, içi iman alevi yangınlı bir mektup yazıp mührüyle mühürlemiş ve son Peygambere verilmek üzere evlatlarına emanet bırakmıştır. Onların yetişememesi durumunda da torunlarına verilerek nesilden nesile aktarılmasını, Resulullah’a ulaştırılmasını vasiyet etmiştir.İslamisohbet

Mektubunda

“Ey Allah’ın Resulü, Ben seni görmeden sana iman ettim ve Allah (c.c.) nün en son ve en büyük Peygamberi olduğunu kitaplardan okudum. Sana yetişebilseydim her türlü emirini bir lütuf bilip baş üstüne yapardım. Bu mektup sana ulaşırsa ne olur beni ümmetliğe kabul et.” diye yazmıştır.

Efendimiz türlü işkenceler ve ambargolar sonucunda Allah (c.c) nün emriyle Medine’ye hicret edince tüm ensarların evine misafir edebilmek için yarıştığı sırada Efendimiz s.a.v devesi kusva’yı işaret ederek:

“Deve bu gün memurdur, onu serbest bırakın.” buyurmuşlar ve devenin çöktüğü yerdeki eve misafir olacağını bildirmişlerdir. Deve Medine sokaklarını koklaya koklaya tam 700 sene önce son Peygambere s.a.v hizmet amacı ile inşa edilmiş, tuğlaları aşk ateşi ile örülmüş olan bu evin önüne çökmüştür. Bu ev zamanla el değiştirerek Ebu Eyyüb el Ensari’ye geçmiştir. Bu mektubu elinde emanet olarak bulunduran kişi koşarak gidip, ipek sargılar içindeki mektubu getirmiş ve “Ya Muhammed s.a.v vallahi sen Allah (c.c) nün Resulüsün ” demiştir.

Efendimiz de

“Evet, ben Allah’ın Resulüyüm. Sana bu şahitliği yaptıran şey nedir?” diye sorunca, adam olayı anlatmış ve mektubu Efendimiz s.a.v takdim etmiştir.Efendimiz s.a.v Hz. Ali’ye mektubu okumasını emretmiş ve mektubun içeriği duyulunca tüm Medine Tekbirlerle sarsılmış ve duyan herkes gözyaşlarına boğulmuştur.

Bu olay Peygamberimizi s.a.v asırlar ama asırlar önce büyük bir iman ve aşk ateşiyle bekleyenler olduğunun bir delilidir.

Biz seni görmeden sevdik nebiler nebisi ya Resulullah Sallallahu aleyhi vesselam.

Allah (c.c) ümmeti Muhammed’i peygamberimiz sallallahu aleyhi vesselam’e komşu etsin inşaAllah. 

~~ Selam ve Dua ile ~~

Images

Hak Yolcusu 880x660 (1)

Hak yolunun Yolcusunda Bulunması Gereken Dört Haslet

Hak yolunun Yolcusunda Bulunması Gereken Dört Haslet

Hak Yolcusu 880x660 (1)

Hak yolunnun Yolcusunda Bulunması Gereken Dört Haslet

Kuvvetli ihlas sahibi olmak

İhlas,Allah tarafından temiz kalblere bahşedilmiş, azları çok eden, sığ şeyleri  derinleştiren  sınırlı ibadet ve taati sınılaştıran öyle sihirli bir  kredidir ki, insan, onunla dünya ve aukba pazarlarında en pahalı  nesnelere talip olabilir ve onun sayesinde alemin sürüm sürüm olduğu  yerlerde hep elden ele dolaşır.İslamisohbet

İhlasın bu sırlı gücünden dolayıdır ki,  Allah Resulü (asm)  ”Dini  hayatında ihlaslı ol, az amel yeter.” (Münavi, feyzul Kadir, I, 216)

”Her zaman amellerinizde ihlası gözetin, zira Allah, sadece amelin halis olanını kabul eder.” (Münavi, feyzul Kadir, I, 217) diyerek, amelerin ihlas yörüngeli olması tenbihte bulunur.

İhlas, kul Mabud arasında bir sırdır ve be sırrı Allah, sevdiklerinin kalbine koymuştur.

Samimi istikamet ehli olmak,

İstikamet nedir?

Sözlükte ”doğruluk, düzgün, dengeli, sabit ve karalı olma” gibi anlamlara gelen kavm kökünden masdar olan İstikamet  ”doğruluk, dürüstlük, adalet, itidal, iteat, sadakat ve dürüstçe yaşama” manalarına kullanılmaktadır.

İslami kavramları doğru bir şekilde telakki etmek ve onları Allah ve Rasülünün yüklenmiş olduğu
anlamlar çerçevesinde değerlendirmek hiç kuşku yok ki, İslam’ın doğru anlaşılmasını sağlayan en

önemli faktörlerden birisi Bu gün nice insanın zihinsel anlamda git-geller yaşamasının ve fikri bakımdan birçok kargaşanın içerisine düşmesinin en büyük nedeni, belki de kavramları yerli yerince kullanamamasından
kaynaklanmaktadır.

Oysa insan, kavramların içini İslam’ın temel kaynaklarının gösterdiği
doğrutuda doldursa ve hangi kavram olursa olsun, her şeyden önce ona İslam’ın nasıl bir anlam
yüklediğini araştırsa, yanlışa düşmesi ve zihinsel kargaşalar yaşaması asla söz konusu  olmayakcaktır.

Gayret ve sebatkar olmak,

İslam davasında  hizmetle  karşımıza çıkan en büyük  engel  anlaşılmamaktır. Kazancı somut olmayan, gelecekte yada

sadece ahirette görebildiğimiz vadeli bir karşılık gayret  etmekteyiz. Biz gaybe ve gaybi yardımlara iman ediyoruz.

Gayret ve sebatkar olmak,

Hak yolunnun Yolcusunda Bulunması Gereken Dört Haslet
Sebatkar Olmanın Yolları,
Bizleri hidayetle şereflendiren, cemaatle nimetlendiren, Mü’min kardeşlerimizle destekleyen Rabbimize hamd olsun.

İmtihanlarla dolu şu dünya hayatının kaygan zemininde ilerlemeye çalışırken içinde bulunduğumuz ‘Allah’ın Dinine Hizmet Makamı’ tutunacak bir kulp hükmündedir. İmtihanlar çok ve çeşitlidir, nefsimiz ise zayıf ve cahildir.

Bu zayıf halimizle kuvvetli fırtınalara karşı durabilmek bir sığınakla, dayanakla mümkündür.

İslami hizmetin içinde olmak, fırtınalı bir denizde sakin bir liman bulmak gibidir. İçinde bulunduğumuz hizmet şeytanın, nefsin ve çevremizin baskılarına ya da kaydırma gayretlerine karşı garantili bir sığınaktır. Hem Müslümanların arasında bulunmak hem de Allah’ın dinine hizmet ile vazifeli olmak bizleri imtihanlara karşı canlı ve güçlü kılar.

Allah’a ve O’nun Rasulü’ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.

O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte ‘büyük mutluluk ve kurtuluş’ budur.

Tam teslim olmak

Allah’a tam teslim olmak

Eş’arî İslâm’ı “Allah’a tam teslimiyet, hükümlerine boyun eğme ve emirlerine uyma” şeklinde tanımlarken (İbn Fûrek, s.155; krş.

Bâkıllânî, et-Temhîd, s. 392) Mâtürîdî “kişinin kendini bütünüyle Allah’a teslim etmesi, sadece ve tamamıyla O’na kulluk edip ortak koşmaması” diye bir tarif yapmıştır (Kitâbü’t-Tevhîd, s. 394 …

İslâm, Allah’a Teslim Olmak Demektir
Allah’a teslimiyet ilk  sorumluluğumuzdur.

Birbirimizle barışık yaşamak boyun borcumuzdur.

Selâmet velhâsıl kurtuluş, ancak bu ikisinin sonucudur.
İslâm’ın tarifi: Kelime olarak teslim olmak, itaat etmek, bağlanmak, boyun eğmek ve selâmette olmak gibi manalara gelir.

Terim olarak, Hz. Muhammed’in tebliğ buyurduğu şeylerin hepsini kalp ile tasdik, dil ile ikrar edip,[4] onları yaşamak ve hayatta uygulamaktan ibarettir.»[5]  İslamisohbet

Zorluklar karşısındaki dik duruşu, cesareti ve sebatıyla bizlere örnek olan Efendimiz Muhammed Mustafa  Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e de salât ve selam olsun.

Selam Ve Dua ile

En güzel Abdest kim alıyor

Bir gün yaşlı bir müslüman çeşmeden abdest alıyordu. Peygamber efendimizin torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin r.a da orada oynuyorlardı. baktılar ki ihtiyar abdesti yanlış alıyor. Yanına sokulup beklediler. ihtiyar abdestini bitirdi, cebinden mendilini çıkarıp kurulanirken çocuklar:

“Selamun Aleykum ” amca, abdestinin hayrını gör dediler. ihtiyar müslüman: “sağ olun evlatlar, Allah sizden razı olsun” dedi. Çocuklar:

“Bey amca sizden bir ricamız var; biz kardeşimle ihtilafa düştük. Biz ikimiz de abdest alalım sen bir bakıver, hangimizin abdesti doğru…”

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin her ikiside ayrı ayrı abdest aldılar. Yaşlı amcada dikkatle onların abdest alışlarını takip ediyordu. Çocuklar:

“Nasıl  bey amca, hangimizin aldığı doğru? benimkimi usulüne uygun, kardeşimin ki mi ? Sen bize şimdi söyle de bir daha yanlış abdest almayalım. Hem sana dua ederiz. Bir kelime öğretsen sana da sevabı var. Sen daha iyi bilirsin. Yaşlısın; biz daha çocuğuz” dediler.

ihtiyar müslüman:

“Çocuklar her ikinizinde abdesti doğrudur, hem tıpkı aynıdır. İkinizin de aldığı abdestin arasında hiç bir fark yoktur. Abdest yanlış ve eksik alan benmişim, bu yaşıma gelmişim de doğru dürüst abdest almasını öğrenememişim. İşte şimdi sizler bana doğru abdest almasını öğrettiniz. sağ olun, var olun. Allah sizlerden razı olsun. Siz kimin evlatlarısınız bakayım, isimleriniz nedir, siz bana çok büyük bir iyilik ettiniz” deyince;

Çocuklar: “Babamız Hz. Ali’dir, biz Hasan la Hüseyin’iz. Hem Hazreti Peygamber torunlarıyız dediler.”

ihtiyar müslümanın gözlerinden tesbih tanesi gibi yaşlar geldi, çok duygulandı, pek memnun olduğunu anlatmak için şöyle dedi:

” Evet, belli, belli… Dine çok uygun davranış ve hareketimiz, terbiye ve nezaketinizden belli… O yüce Peygamberin torunları ve Hz. Ali’nin evlatları olduğunuz, Peygamberimiz’in biricik kızı FatımanıFatımatüz-Zehra’nın ciğer pareleri olduğunuz, edeb ve terbiyenizden hareket ve nezaketinizden bellidir… Hiç gönül kırmadan, ben ihtiyarın kalbini incitmeden yanlış abdestimi düzelttiniz, bana abdest almasını öğrettiniz.

Allah sizden razı olsun diyerek çocuklara bol bol dua etti.”

“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” 

(Tirmizi. 15)

Allah c.c bizlerin içinden merhameti saygıyı eksik etmesin.

‘Selam ve Dua ile’

Images 1

Anne Hakkı

Annelerimizin hakkı ödenmez.

sahabeden birisi yaşlı annesini sırtına almış kâbe’nin etrafında ona tavaf ettiriyordu. Kan ter içinde kalmış bir vaziyette Resûllulallah S.a.v e rast geldi ve sordu;   islamisohbetci.com

“Ya Resûllullah, anneme nasıl hizmet ettiğimi görüyorsun, şimdi ben anneme olan borcumu ödemiş olur muyum?”

Efendimiz S.a.v tebessüm ederek cevap verdiler;

“Hayır, vallahi sen annenin yüzde bir hakkını dahi ödemiş olamazsın çünkü annen sana hizmet ederken büyüyüp yaşasın diye düşündü, sen ise ‘annem ne zaman ölecek acaba? diyerek ona hizmet ediyorsun.” dedi.İslamisohbet

Ebu hüreyre anlatıyor; 

Bir adam Resûllullaha gelerek “Ya Resûllullah, içinde en iyi davranmama en fazla layık olan kimdir” diye sordu.

“Annendir” buyurdu. Adam “Sonra kim” dedi. Resûllullah “Annendir” dedi. Adam “Sonra kim” dedi. Resûllullah yine “Annen” dedi. Adam “sonra kim” diye sordu. “Baban” buyurdu.

Rabbim kendisinden başkasına asla ibadet etmememizi, anaya babaya iyi davranmamızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, yada her ikisi yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “of!” bile deme; anları azarlama; onlara tatlı, ve güzel söz söyle. (isra, 23)

Rabbim anne ve babamızı güzellikle razı eden kullardan olmayı bizlere nasip etsin.

Red Rose In Snow 3914141 340 (1)

Anne Hakkı

Fziletli anne- babalar,  evlatlar için büyük bir rahmet ve berekettir.

Bizleri önce bir müddet karnında,  sonra kollarında ve ölünceye kadar da kalplerinde taşıyan  annelerimize  gösteriliecek  sevgi ve saygı ortak olabilecek başka bir varlık yaratılmamıştır. Ev tanzimi  ve evlat  terbiyesini  omuzlarına  alan anneler, cidden engin muhabbete,  derin bir saygıya ve ömürlük bir teşekkürler layıklardır.

Bir anna ruhunda biriken o engin şefkatin sınırlarını tayin edebilecek bir ölçü varmıdır ?

yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş,  uyumamış uyutmuş. Hayatın  bütün zorlukalrında  bizlere  bir toz konmasın  diye bütün  varlığını seferber  etmiş olan anne hakkını ödeebilmek mümkün müdür?

Ölüm denilen olay herkesin bildiği gibi doğal bir durumdur. Herkes elbette  bir gün ölecektir,  ancak ne zaman olduğunu hiç bir zaman  bilemeyecektir.  Elbette  herkes yaşayacaktır  bu durumu. ölümü en iyi anlayanlar ise yakın çevresi ölümü tadan insanlardır.

Annesizlik ne kadar zordur Annesi hayatta olanlar  anlayamaz.!

Ölüm denilen olay herkesin bildiği gibi doğal bir durumdur. Herkes elbet bir gün ölecektir, ancak ne zaman olduğunu hiçbir zaman bilemeyecektir.

Elbette herkes yaşayacaktır bu durumu. Ölümü en iyi anlayanlar ise yakın çevresinde ölümü tadan insanlardır. Çünkü ölümü en yakından takip etmiş ve gözlemlemişlerdir.

Ölen kişinin ruh halini tam olarak anlayamasalar bile onlar gibi hissetmişlerdir. Bu his çok derinden gelen bir histir ve yalnızca bu insanlar anlayabilir. Üzüntü,

Anne’m İçin Dua

Ya Rabbi,  Annem için ve  geccmişlerim için yaptığım duaları onlara ulaştır!

Onları bizden hoşnut  ve razı eyle Arkamızdan, bizlere  de  dua edecek hayırlı bir nesil bırakmayı nasip eyle!  Bizleri unutmayacak hakiki dostları, bu dünyada bizlere ihsan eyle!   Amin, Amin,  Amim .İslamisohbet

Yüce Allah’ım Hepimize ve  ebedi hayata göçenlerimize

Peygamber Efendimiz Fahri Kainat serveri Alem  Hz. Muhammed S.a. v ‘in  yüzü suyu hurmetine  ve tüm peygamberlerin Hak Kitabımız Kuran’ı Kerim’in  okunan Ezanların  da yüzü suyu hürmetine  merhameti  ile Muamele etsin,  bağışlasın bizi . aramızdan ayrılan  tüm anne,  babalarımızn makamları  nur, kabirler cennet olsun  Dilerim ebedi  hayata göçmüşlerimizin Ruhlarına El Fatiha.

Anne Hakkı ödeşilmez

Selam ve dua ile

 

Selamlaşma Adabı

Selamun Aleykum Allah’ın Selamı bereketi üzerimize olsun.

Her müslümanın diğer müslüman üzerinde bir takım hakları vardır bunlardan bir tanesi de selam verme ve verilen selamı almadır. Allah’ü Teâlâ’ya Kur’an Kerim de “Bir selamla selamlandığınız vakit siz ondan daha güzeli ile selam verin. Yahut aynısı ile karşılayın, şüphesiz ki Allah her şeye karşı daima Hasib (Kullarını hakkıyla hesaba çeken) olmuştur. (nisa süresi: 86 ) buyurarak selamlaşmanın ehemmiyetini bize göstermektedir.

Selamın manası: “Ebedi mutluluk ve iki cihan selameti üzerinize olsun” demektir. Selam verilirken dikkat edilecek bir takım edepler vardır. bunlardan bazıları;

1. Müminlerin bulunduğu yere gelindiğinde ve oradan ayrıldığında selam vermek.

2. müslümanların olduğu bir yerde tanıyıp tanımamaya bakmadan herkese selam vermek.

3. Selama hemen cevap vermek. Mümkün olduğunca cevabımızı verene duyurmak.

4. Selam verirken ve alırken sesimizi hürmet ifade edecek şekilde ayarlamak.

5. Selam verdikten sonra musafaha yapmak.

6. Binek üzerinde olan yaya olana, küçük büyüğe, sayıca az olan kimseler çok olan kimselere selam verilir.

7. Eve girildiği zaman ev halkına selam vermek.

8. Bir kimse Tarafından üzerine aldığı selam emanetini sahibine teslim etmek.

9. İlim öğreten hocaya, açıktan kur’an okuyana, vaaz edene, ezan okuyana, kamet getirene, namaz kılanlara ve genç ve yabancı hanımlara selam verilmez.

10. Tuvalette ve hamamda da selam verilip alınmaz.

“Ey iman edenler! kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip izin alıp ev sahiplerine selam vermeden girmeyin.” (Nur, 27)

“Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katında mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selam verin.” (Nur, 61)

Images 1

‘SELAM VE DUA ILE’

Kuran Hadis (1)

İmamı Azam’ın Münazarası

İmam-ı A’zam Hazretlerine bir ateist, bir mu’tezile, birde cebriye olan 3 kimse gelir.

Ateist sorar: “Allah var diyorsun. Var olan muhakkak görülür. Görülmediğine göre yok demektir. Var diyorsan ispat et.”

Akılcı olan mu’tezile sorar: “Cehennemde ateş var. Şeytan ateşten yaratılmıştır. Öyleyse şeytana ateş ile ceza verilmesi mümkün mü?”

Cebriye olan şöyle sorar: İnsan kaderine mahkumdur. Allah her işi zorla yaptırır. Sen ise iradeyi cuzziye var diyorsun. Her şeyin Hâliki Allah iken insan ne yapabilir ki?”

İmam-ı A-zam Hazretleri, yerden, nemli üç avuç toprağı top gibi yapıp, her topu birine atar. Üçü de, durumu kadıya şikayet eder. Kadı niye çamur topu attığını sorar.

İmam-ı A’zam Hazretleri der ki: ( bunlar bana soru sordu bende cevap verdim. Ateist Allah varsa, var olan şeyin görülmesi lazım demişti. Toprak başımı agrıttı dedi, madem ağrı var, ağrıyı göstermesi lazımdı. Ağrıyı bile göremeyen Allah’ı nasıl nasıl görebilir ki? Ateistler akılsızdır, akılları varsa göstermeleri gerekir. Ruh da akıl gibi görünmez, ama yaptıklarından anlaşılır. “Allah’u Teâlâ da, yeri göğü yaratması, O’nun varlığını gösterir.”

Mu’tezile olan ise, toraptan yaratılmış olduğu halde, çamur topundan etkilendi. Toprak topraktan etkilendiğine göre ateş de ateş ten etkilenir. “Ayrıca cehennemde soğuk zemherir denilen cehennemde vardır. Demir testeresi demiri kestiği gibi, ateş de ateşi yakar.”

Cebriye olan ise, “Allah her işi zorla yaptırır” diyordu. O zaman o toprağı Allah c.c. attı, bu beni niye şikayet ediyor? Kendi kendini yalanlamış oluyor.

İmam-ı A’zam Hazretlerinin uzun uzun izah etmeden böyle kısa cevaplar verdiği çoktur. Mesela bir ateistle saat onda buluşup munazara etmek üzere anlaşırlar. Imam-ı A’zam Hazretleri gecikince, “Bakın imamınız korktu, gelmiyor” der, gelince de, “Niye geç kaldım?” diye sorarlar. O da “kayık yoktu. Irmaktan geçemedim, bir de baktımki, ağaçtan kopan dallar kendiliğinden bir kayık oluverdi, bende binip geldim, ondan geciktim ” der. Ateist gülmeye başlar, “gördünüzmü nasıl yalan söylüyor, hiç kendiliğinden bir ustası kayık yapılır mı? der. Imam-ı A’zam Hazretleri hemen taşı gediğine koyar:

-“Bre ateist, bir kayık ustasız kendiliğinden olamazsa, bu koca kàinat kendiliğinden nasıl var olur?” diyerek ateistle münazara bile etmeden galip gelir.

Kuran Hadis (1)
Kuran Hadis (1)

Images

Rüyadaki saltanat

Harun Reşit ile kardeşi Behlül Dâne hazretleri arasında zaman zaman tatlı tatlı çekişmeler olur ve birbirlerine ikaz ve tembihlerde bulunurlardı. Harun Reşit kardeşinin daha fazla dünya işlerine önem vermesini isterken, Behlül Dâne hazretleri de ağabeyine ebedi hayat olan ahirete yönelmesini, dünyanın fani lezzetlerinde kaybolmamasını tavsiye ederdi.

Bir gün Behlül Dâne hazretleri kaylule uykusuna yatar ve rüya görür.

Rüyasında bir memleketin sultanı olduğunu, emri altında askerlerinin, kölelerinin, hizmetçilerinin var olduğunu görür. Tam bu esnada Halife Harun’un Askerleri gelip Behlûl Dâne hazretleri’ni uykusundan uyandırıp, kendisini halifenin çağırdığını söylerler.

uykusunun yarıda kesilmesine sinirlenen Behlûl Dâne hazretleri  o sinirle halifenin huzuruna çıkar. Halife daha önce hiç görmediği şekilde gazabı görünce: “Hayrola Behlül seni bukadar kızdıran şey nedir?” Diye sorar. Behlûl dâne:

“Görüyor  musun askerlerin beni uykumdan ettiler.” deyince, Halife:

“İnsan bir uykusu sebebi ile halifenin karşısına bu şekil kızgın çıkar mı?” diye sorar.Behlûl dâne:

“Benim uykum sıradan bir uyku değildi. Bilâkis rüyamda sultan gördüğümü görmüştüm.” deyince, halife kahkahalarla gülerek:

Ilahi Behlûl nasıl saltanat ki, gözünü açınca elden çıkıverdi. şimdi sen bu saltanatı kaybettiğinemi üzülüyorsun?” diyince, Behlûl dâne hazretleri:

“Ey Harun! Benim saltanatın gözümü açınca bitti, seninki de gözünü yumunca bitecek. Öyle ise sen de bu dünya saltanatına fazla güvenmeden ebedi hayatını kazanmaya bak.” diyerek halifeye gerçek bir ders vermiş olur.

Images 1

 

Hz Ebu Bekir Rain Hayati Ve Sahsiyeti

Ebu Bekr-i Sıddık

Hz Ebu Bekir Rain Hayati Ve Sahsiyeti
Hz Ebu Bekir Rain Hayati Ve Sahsiyeti

Peygamberlerden sonra insanların en üstünü.

Hazret-i Ebû Bekir, daha Müslüman olmamıştı. Çok te’sîrinde kaldığı bir rü’yâ gördü. Gökten dolunay inip, Kâ’be-i muazzamaya gelmiş ve sonra parça parça olmuş, parçalar Mekke’deki her evin üzerine düşmüş, sonra da tekrar bir araya gelip göğe yükselmişti. Fakat, kendi evine düşen ay parçası evde kalmış tekrar göğe yükselmemişti. Hazret-i Ebû Bekir, evin kapısını kapayarak, ay parçasının çıkmasına mâni olmuştu.

Kavminden Peygamber gelecek

Sabahleyin heyecanla uyanan Hazret-i Ebû Bekir, hemen bir Yahûdî âlimine gidip, rü’yâsını anlattı. O da dedi ki:
– Bu rü’yâ karışık rü’yâlardan biridir. Bunun ta’bîri yapılamaz.
Fakat bu söz O’nu tatmin etmemişti. Devamlı bu rü’yânın ta’bîrini düşünüyordu.

Bir zaman sonra ticâret maksadıyla gittiği yerde, râhip Bahîra’ya rü’yâsını anlattı. Rü’yâ Bahîra’nın çok dikkatini çekti. Bunun için Hazret-i Ebû Bekir’e sordu:
– Sen nerelisin?
– Kureyş’tenim.
– Tamam. Şimdi rü’yânı ta’bîr edeyim. Mekke’de, bu kavimden bir peygamber gelecek, O’nun hidâyet nûru her yere yayılacak. Sen, O hayatta iken O’nun vezîri, vefâtından sonra da Halîfesi olacaksın!.
Hazret-i Ebû Bekir ne yapacağını şaşırmış hâldeyken, râhip Bahîra sözlerine şöyle devam etti:
– Şimdi sen hemen memleketine dön! O’na ulaş! O’na vahiy gelmeye başladığında, git herkesten önce O’na îmân et!

Hazret-i Ebû Bekir bu ta’bîri kimseye anlatmadı. Peygamber efendimiz, peygamberliğini teblîğe başlayınca sordu:
– Peygamberlerin, peygamber olduklarına dâir delîlleri vardır. Senin delîlin nedir?
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
– Peygamberliğime delîl, o rü’yâdır ki, bir Yahûdî âliminden ta’bîrini istedin. O âlim, “Karışık bir rü’yâdır, i’tibâr edilmez” dedi. Sonra râhib Bahîra, doğru ta’bîr etti. Yâ Ebâ Bekr, seni Allahü teâlâya ve Resûlüne îmân etmeğe da’vet ederim.

Bunun üzerine, Hazret-i Ebû Bekir, kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu. Zaten bir gece önce şöyle düşünmüştü:

Aklıma yatmıyor

“Baba ve dedelerimizin seçtiği din, hiç aklıma yatmıyor. Zîrâ hiçbir zarar ve fayda vermeye kâdir olmayan bir heykele tapınmak, ibâdet etmek akıllıca bir iş değildir. Bu kadar muazzam bir kâinâtın bir yaratıcısı olması lâzımdır. Fakat bunu kendi aklım ile bulmam mümkün değildir. Yarın gidip durumu Muhammed aleyhisselâma anlatayım. Bu durumu ancak O’na arz edebilirim. Zîrâ, olgun ve akıllı, doğru görüşlü, hiç yalan söylemiyen bir kimsedir. Herkes O’ndan Muhammed-ül emîn diye bahsetmektedir. O, ne yapmamı isterse ona göre hareket ederim.”

Resûlullah efendimiz de, aynı gece, Hazret-i Ebû Bekir’i İslâm’a da’veti düşünmüştü. Sabah olunca her ikisi de aynı düşünce ile birbirlerinin evine gitmek üzere evlerinden çıktılar. Yolda karşılaştıklarında, “Sözleşmeden birleştik” dediler.

Hazret-i Ebû Bekir, Peygamber efendimizin huzurlarında Müslüman olur olmaz, hemen yakın arkadaşları hatırına geldi:
– Yâ Resûlallah, müsâade ederseniz, yakın arkadaşlarımı da huzûrunuza getirip, onların da Müslüman olmalarını arzû ediyorum. Onların da ebedî saâdete kavuşmalarını istiyorum, diyerek arkadaşlarına koştu.

Arkadaşlarım dediği, Hazret-i Osman, Hazret-i Talhâ bin Ubeydullah, Hazret-i Zübeyr, Hazret-i Abdurrahmân bin Avf, Hazret-i Sa’d bin Ebî Vakkâs ve Hazret-i Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi, ileride Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden ve Cennetle müjdelenenlerden olacak kimselerdi.

Gelin îmân edin

Hazret-i Ebû Bekir, yeni Müslüman olmasının aşk ve şevkiyle, Mescid-i Harâma vardığında, dayanamayıp, müşrikler tarafına dönerek seslendi:
– Bütün kâinâtın yaratıcısı olan Allahü teâlâyı bırakıp, niçin gidip, bu âciz putlara tapıyor, onlara yüz sürüyorsunuz. Gelin, Allaha ve O’nun resûlü Muhammed aleyhisselâma îmân edin!

Bunun üzerine müşrikler, hep birlikte üzerine yürüdüler. Kendisini çok fecî şekilde dövdüler. Kabîlesinden gelen ba’zı kimseler, kendisini baygın bir hâlde evine götürdüler.

Hazret-i Ebû Bekir, uzun bir süre kendisine gelemedi. Ayılması için yapılan bütün gayretlerden bir netîce alınamıyordu. Artık, ümitsiz bir şekilde başında beklemeye başladılar. Nihâyet akşam üstü biraz kendine gelir gibi oldu. Gözünü açar açmaz, ağzından çıkan ilk kelâm şu oldu:
– Resûlullah, ne yapıyor, O ne hâldedir? O’na bir şey oldu mu?
Annesi Ümmülhayr sevinç içinde dedi ki:
– Yavrum, bir şey arzû eder misin, yiyip içmek ister misin?
– Anneciğim, ben Resûlullaha bir şey oldu mu diye soruyorum. O’nun hakkında bana bilgi getirmediğin takdîrde, ne bir lokma yerim, ne de bir şey içerim.
– Evlâdım, vallahi, O’nun hakkında bir bilgim yok. Onun için sana cevap veremiyorum. Sen biraz ye, kendine gel. Sonra O’nun durumunu öğrenirsin.
– Hayır anne!. Sen Ümm-i Cemil’e git ve de ki: Oğlum Ebû Bekir, senden Resûlullahı soruyor. Acaba ne hâldedir?

Annesi de îmân etti

Annesi hemen gidip, Ümm-i Cemil’e durumu anlattı.
Daha sonra, annesi ve Ümm-i Cemil’in yardımıyla, yavaş yavaş Hazret-i Erkam’ın evine vardı. Peygamber efendimizi sağ sâlim görünce çok sevindi, Resûlullaha sarıldı. Artık bütün ağrılarını unutmuştu. Peygamber efendimize dedi ki:
– Yâ Resûlallah! Bu benim annem Selmâ’dır. Ona duâ etmenizi istiyorum. O da hidâyete kavuşsun!

Peygamber efendimiz duâ buyurdu. Böylece annesi de, îmân ile şereflendi ve ilk Müslümanlardan oldu.

Resûlullah efendimiz Mi’râca çıktıktan sonra, ertesi gün, Kâ’be yanında mi’râcını anlatınca, işiten müşrikler, inkâr edip, alay etmeye başladılar. Müslüman olmaya niyetli olanlar da vazgeçtiler.

Müşrikler, “Tamam, bu defa bir koz yakaladık” diyerek Hazret-i Ebû Bekir’e gidip sordular:
– Ey Ebâ Bekr! Sen çok defa Kudüs’e gidip geldin. İyi bilirsin. Mekke’den Kudüs’e gidip gelmek, ne kadar zaman sürer?
– İyi biliyorum. Bir aydan fazla.

Mi’râcınız mübârek olsun!

Kâfirler bu söze sevindi. “Akıllı, tecrübeli adamın sözü böyle olur” dediler. Gülerek, alay ederek ve Hazret-i Ebû Bekir’in de kendi kafalarında olduğuna sevinerek, “Senin efendin, Kudüs’e bir gecede gidip geldiğini söylüyor” diyerek, Ebû Bekir’e sevgi, saygı gösterdiler.

Hazret-i Ebû Bekir, Resûlullahın mübârek adını işitince;
– Eğer O söyledi ise, inandım. Bir anda gidip gelmiştir, deyip içeri girdi.

Kâfirler neye uğradıklarını anlıyamadı. Önlerine bakıp gidiyorlar ve bir taraftan da diyorlardı ki:
– Vay canına, Muhammed ne yaman büyücü imiş. Ebû Bekir’e de sihir yapmış.

Hazret-i Ebû Bekir hemen giyinip, Resûlullahın yanına geldi. Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle dedi ki:
– Yâ Resûlallah! Mi’râcınız mübârek olsun! Allahü teâlâya sonsuz şükürler ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla şereflendirdi. Parlıyan yüzünü görmekle ve kalbleri alan, rûhları çeken tatlı sözlerini işitmekle ni’metlendirdi. Yâ Resûlallah! Senin her sözün doğrudur. İnandım. Canım sana fedâ olsun!

Böylece Hazret-i Ebû Bekir, o gün tereddüde düşen Müslümanların tereddütlerini giderdi, diğerlerinin ma’nevîyatlarını güçlendirdi. Böyle tereddütsüz îmân etmesinden dolayı Resûlullah, o gün Hazret-i Ebû Bekir’e Sıddîk dedi. Bu adı almakla, bir kat daha yükseldi.

Beraber hicret ederiz

Mekke’de müşriklerin, Müslümanlara yaptıkları baskılar ve işkenceler üzerine, Müslümanların çoğu, Resûlullah efendimizin izniyle Medîne’ye hicret etti. Hazret-i Ebû Bekir de hicret için izin istediğinde, Resûl-i ekrem buyurdu ki:
– Sabreyle. Ümîdim odur ki; Allahü teâlâ bana da izin verir. Beraber hicret ederiz.
– Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Böyle ihtimâl var mıdır?
– Evet vardır.

Peygamber efendimizin bu cevapları, Hazret-i Ebû Bekir’i sevindirmişti.Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir hazırlıklara başladı. Hicret için iki deve satın aldı ve o günü beklemeye başladı. Artık Mekke’de sadece; sevgili Peygamberimiz ile Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ali, fakîrler, hastalar, ihtiyârlar ve müşriklerin hapse attığı mü’minler kalmıştı.

Diğer taraftan Medîneli Müslümanlar, ya’nî Ensâr, hicret eden Mekkelileri ya’nî Muhâcirleri çok iyi karşılayıp, misâfir ettiler. Aralarında kuvvetli bir birlik meydana geldi.

Resûlullah efendimiz, hicret gecesi, Allahü teâlânın emriyle evinde Hazret-i Ali’yi bırakıp, müşriklerin üzerine toprak saçarak uzaklaşıp, Hazret-i Ebû Bekir’in evine gitti. Hazret-i Ebû Bekir’e buyurdu ki:
– Hicret etmeme izin verildi.
Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk heyecanla sordu:
– Mübârek ayağınızın tozuna yüzümü süreyim yâ Resûlallah! Ben de beraber miyim?
Efendimiz cevap verdiler:
– Evet…
Anam-babam fedâ olsun

Hazret-i Ebû Bekir sevincinden ağladı. Gözyaşları arasında dedi ki:
– Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Develer hazır. Hangisini murâd ederseniz, onu kabûl buyurunuz.
– Benim olmayan deveye binmem. Ancak bedeliyle alırım.
Bu kesin emir karşısında mecbur kalan Hazret-i Ebû Bekir, devenin bedelini söyledi.

Hazret-i Ebû Bekir, Abdullah bin Üreykıt isminde, kılavuzluğu ile meşhûr olan zâtı çağırıp, yol göstermesi için ücretle tuttu ve develeri üç gün sonra Sevr dağındaki mağaraya getirmesini emretti.

Safer ayının 27’si perşembe günü, Peygamber efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk, yanlarına bir miktar yiyecek alarak yola çıktılar. İzleri belli olmasın diye parmaklarına basarak gidiyorlardı. Hazret-i Ebû Bekir, Resûlullahın çevresinde, ba’zan sola, ba’zan sağa, öne, arkaya gidiyordu. Peygamberimiz, niçin böyle yaptığını sorunca dedi ki:
– Etraftan gelecek bir tehlikeyi önlemek için. Eğer bir zarar gelirse önce bana gelsin. Canım yüksek zâtınıza fedâ olsun yâ Resûlallah!
 Yâ Ebâ Bekr! Başıma gelecek bir musîbetin, benim yerime, senin başına gelmiş olmasını ister misin?
– Evet yâ Resûlallah! Seni hak dinle, hak peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, gelecek bir musîbetin, senin yerine, benim başıma gelmesini isterim.

Mağara kapısı önüne geldiklerinde, Hazret-i Ebû Bekir dedi ki:
– Allah için yâ Resûlallah, içeri girmeyin! Ben gireyim, orada zararlı bir şey varsa, bana gelsin, mübârek zâtınıza bir keder, bir elem değmesin.

Ayağını yılan soktu

Sonra içeri girip, süpürüp temizledi. Sağında, solunda irili ufaklı birçok delikler vardı. Hırkasını parçalayıp, delikleri kapadı, fakat biri açık kaldı. Onu da ökçesi ile kapayıp, Resûlullahı içeri da’vet eyledi.

Peygamber efendimiz içeri girdi ve mübârek başını Hazret-i Ebû Bekir’in kucağına koyup uyudu. O zaman, Hazret-i Sıddîk’ın ayağını yılan soktu. Resûlullahın uyanmaması için sabredip, hiç hareket etmedi. Fakat gözyaşı Resûlullahın mübârek yüzüne damlayınca buyurdu ki:
– Ne oldu yâ Ebâ Bekr?
– Ayağım ile kapattığım delikten, bir yılan ayağımı soktu.
Resûlullah efendimiz, Ebû Bekir’in yarasına, iyi olması için mübârek ağzının yaşından sürünce, acısı hemen dindi, şifâ buldu.

Resûlullah efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk içerde iken, müşrikler, iz takip ederek mağaranın önüne geldiler. Mağaranın ağzının bir örümcek tarafından örüldüğünü ve iki güvercinin de yuva yaptığını gördüler. İz sürücü Kürz bin Alkama dedi ki:
– İşte burada iz kesildi.
Müşrikler dediler ki:
– Eğer, onlar buraya girmiş olsalardı, kapının üzerindeki örümcek ağının yırtılmış olması lâzım gelirdi. Bu örümcek, ağını, Muhammed doğmadan önce örmüştür.

İçeri bakmadan geri döndüler

Müşrikler kapı önünde münâkaşa ederken, içeride Hazret-i Ebû Bekir endişeye kapıldı. Kâinâtın sultânı efendimiz buyurdu ki:
– Yâ Ebâ Bekir! Üzülme! Şüphesiz Allahü teâlâ bizimledir.
Müşrikler içeri bakmadan geri döndüler.

Mağarada üç gece kalıp, pazartesi gecesi yola çıktılar. Eylül ayının 20 ve Rebî’ul-evvelin 8. pazartesi günü Medîne’de Kubâ köyüne geldiler. O gün, Müslümanların Hicrî şemsî sene başlangıcı oldu.

Hazret-i Ebû Bekir, hazerde ve seferde Resûlullahtan hiç ayrılmadı. Ona her zaman arkadaşlık etti. Her zaman, malını, canını fedâ etmeye hazır hâlde yanında beklerdi.

Bedir savaşında bir ara, İslâm askeri zorlanmaya başladı. Bunun üzerine, Peygamber efendimiz, Sa’d ve Sa’îd hazretlerini gönderdi. Sonra Hazret-i Ebû Zer’i gönderdi. Daha sonra da Hazret-i Ömer’i gönderdi. Bir saat geçtiği hâlde, zorlanma devam ediyordu. Bunu gören, Hazret-i Ebû Bekir, kılıcını çekip atına binmek isteyince, Peygamber efendimiz elinden tutup buyurdu:
– Yanımdan ayrılma yâ Ebâ Bekr! Bedenime ve kalbime gelen her sıkıntı, senin mübârek yüzünü görmekle hafifliyor. Seninle kalbim kuvvetleniyor.

Peygamber efendimiz, Hazret-i Ebû Bekir’i ağlarken görünce buyurdu ki:
– Yâ Ebâ Bekir, ağlama! Arkadaşlığı ve malı, bana, senden daha bereketli olanı yoktur.

Hazret-i Ebû Bekir’in îmânı

Hazret-i Ebû Bekir, diline hâkim olmak, lüzûmsuz hiçbir şey konuşmamak için mübârek ağzına taş koyardı. Mecbûr kalmadıkça aslâ dünya kelâmı konuşmazdı. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Ebû Bekir’in îmânı, bütün mü’minlerin îmânı ile tartılsa, Ebû Bekir’in îmânı ağır gelir.)

Peygamber efendimizin ilk halîfesi ve peygamberlerden sonra insanların en üstünü olmak fazîleti, üstünlüğü, sadece Hazret-i Ebû Bekir’e nasîb olmuştur. O, dîni kuvvetlendirmek, Peygamber efendimizi memnûn etmek için malını vermekte, düşmana karşı cihâd etmekte, hep önde olmuştur.

Hadîd sûresinde meâlen buyuruldu ki:
(Mekke-i mükerremenin fethinden önce, malını veren ve cihâd eden kimseye, fetihten sonra malını dağıtan ve cihâd edenden daha büyük derece vardır. Allahü teâlâ hepsine Cenneti va’detti.)

Bu âyet-i kerîmenin, Hazret-i Ebû Bekir’in fazîletini ve derecesinin yüksekliğini gösterdiğini âlimlerimiz söz birliği ile bildirmişlerdir.

Tevbe sûresinde de, önce îmâna gelenlerden, her fazîlette öne geçenlerden, Allahü teâlânın râzı olduğu bildirilmiştir.

Allah ve Resulünü bıraktım

Tebük gazâsında, Resûlullah, herkesin yardım yapmasını emir buyurunca, herkes malının bir kısmını getirip verdi. Hazret-i Ömer, her zaman en çok yardımı yapan Hazret-i Ebû Bekir’i, bu defa geçeyim diye, malının yarısını alıp getirdi. Sonra Hazret-i Ebû Bekir de malını getirip teslîm etti. Peygamber efendimiz sordu:
– Yâ Ömer, evine ne kadar mal bıraktın?
– Yâ Resûlallah, bu kadar da eve bıraktım.

Sonra Hazret-i Ebû Bekir’e dönüp sordu:
– Yâ Ebâ Bekr, sen evine ne bıraktın?
– Yâ Resûlallah, evime bir şey bırakmadım. Tamamını buraya getirdim. Onlara Allah ve Resûlünü bıraktım.

Resûlullah efendimiz Hazret-i Ömer’e dönerek buyurdu ki:
– İkinizin arasındaki fark, cevaplarınız arasındaki fark kadardır.

Hazret-i Ebû Bekir’in, Peygamber efendimizin vefâtından sonra da çok büyük hizmetleri oldu. Zîrâ Peygamber efendimiz vefât edince, Eshâb-ı kirâmın aklı başından gitti. Mescidde ağlaşmaya başladılar. Hiç kimsenin inanası gelmiyordu.

Hele Hazret-i Ömer tamamen kendinden geçmiş bir hâlde idi. Peygamber efendimizin mübârek yüzüne bakıp diyordu ki:
– Resûlullah bayılmış, fakat baygınlığı çok ağır.

Ölüm sözünü ağzına almadığı gibi, kimsenin de söylemesini istemiyordu. Dışarı çıkıp dedi ki:
– Kim “Resûlullah öldü” derse, kılıcımla boynunu vururum!

Resûlullah da vefât edecektir

Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i Abbâs’ın Eshâb-ı kirâm arasında bir ağırlığı vardı. Eshâb-ı kirâmı ancak bunlar teskin edebilirdi. Bunun için beraber mescide gittiler. Hazret-i Ebû Bekir buyurdu ki: – Ey insanlar! Resûlullahın, “Ben vefât etmiyeceğim” dediğini içinizde duyan var mı?
– Hayır, böyle bir söz duymadık.
Sonra Hazret-i Ömer’e dönüp sordu:
– Yâ Ömer, bu husûsta sen bir şey duydun mu?
– Hayır duymadım.
Sonra Eshâb-ı kirâma dönüp buyurdu ki:
– Hiç kimse, Resûlullahın vefât etmiyeceğini söyliyemez. Cenâb-ı Hakka yemîn ederim ki, Resûlullah ölümü tatmış bulunmaktadır. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde, “Muhakkak, sen de öleceksin, onlar da ölecektir” buyurmaktadır. Resûlullah, İslâmiyetin bütün hükümleri tamamlandıktan sonra, aramızdan ayrıldı. Artık kendimize gelip, defin işlerini tamamlayalım.

Sonra, Hazret-i Abbâs da buna benzer konuşmalar yaptı. Böylece Eshâb-ı kirâmın aklı başlarına geldi.

Sevgili Peygamberimiz bir gün Eshâb-ı kirâm ile sohbet ederken, “Şehitliğin fazîletlerini” anlatıyorlardı. Şehitlerin şefâ’ati hakkında buyurdu ki:
– Kıyâmet gününde şehitler, mahşer yerine gelirlerken, orada bulunan Peygamberler ayağa kalkarlar. Onlar, çocukları, akrabâları ve dostlarından 70 bin kişiye şefâ’at ederler.

Gazânız mübârek olsun

Bu sözleri işiten Hazret-i Nevfel, Resûlullah efendimizden, şehit olmak için duâ istedi. Resûlullah efendimiz de duâ ettiler.

Bir müddet sonra, muhârebeye çıkıldı. Peygamber efendimiz de aralarında bulunuyordu. Bu muhârebe Hazret-i Nevfel’in duâsından sonraki ilk muhârebe idi. Ve bu muhârebede Hazret-i Nevfel şehit düşerek, arzûsuna kavuştu.

Peygamber efendimiz ve Eshâbı, muhârebeden dönüyorlardı. Karşılamaya gelenler arasında, Hazret-i Nevfel’in hanımı, çocukları ve yaşlı annesi vardı.

Yaşlı annesi, “Gazânız mübârek olsun” dedikten sonra Resûlullaha, oğlunu sordu. Peygamber efendimizin gözleri nemlendi. Oğlunun şehitlik haberini vermeye mübârek kalbi dayanamadı. Elleriyle arkayı işâret edip, yoluna devam etti.

Hazret-i Nevfel’in annesi, Peygamber efendimizin hemen arkasından gelen, Allahın arslanı Hazret-i Ali’ye de aynı şekilde oğlunu sordu. O da şehitlik haberini veremeyip, arkayı işâret etti.

Yaşlı kadın daha sonra, Hazret-i Ömer’e ve Hazret-i Osman’a rastladı. Onlara da oğlunun durumunu sordu. Onlar da cevap veremeyip Resûlullahın yaptığı gibi arkayı işâret ettiler.

En son gelen Hazret-i Ebû Bekir idi. Kadıncağız büyük bir ümitle sevgili Peygamberimizin azîz arkadaşına yaklaşarak aynı şeyleri sordu.

Hazret-i Ebû Bekir kendi kendine düşündü:
“Yâ Rabbî! Ne kadar zor bir durumdayım. Eğer doğruyu söylersem, mahzun kalbleri üzmüş olacağım. Bunu yapmaktan sevgili Peygamberimiz çekindi. O’na nasıl aykırı davranabilirim. Sen bana öyle bir şey ilhâm et ki, bu gariplerin yüreği daha fazla yanmasın Allahım!”

Yâ Allah!. Yâ Nevfel!.

Daha sonra, Hazret-i Ebû Bekir, bütün kalbiyle:
– Yâ Allah!. Yâ Nevfel!. diye bağırdı.

İşte o sırada, yaydan fırlamış ok gibi bir atlı, yıldırım hızıyla yanlarına yetişerek dedi ki:
– Buyur yâ Sıddîk, beni mi çağırdın?
Bu atlı, Hazret-i Nevfel’den başkası değildi.

Sonra, Cebrâil aleyhisselâm gelip, Peygamber efendimize şunları söyledi:
– Yâ Resûlallah! Hak teâlânın selâmı var. “Eğer Peygamberin mağara arkadaşı Sıddîk, bir kere daha (ALLAH) deseydi, yüceliğim hakkı için, bütün şehitleri diriltirdim. Çünkü, Ebû Bekir, câhiliyye devrinde bile yalan söylememiştir” buyurdu.

Bu hâdiseden sonra, Hazret-i Nevfel senelerce yaşadı. Nihâyet, “Yemâme” cenginde tekrar şehitlik şerbetini içti.